1.Dersaadet başarısını ortaya çıkaran düşünce ‘kerim devlet’
İstanbul, dünya’nın en güzel şehridir…
İstanbul’u, İstanbul yapan sihirli formül tabiyat ve tarih dengesidir… Bizi büyüleyen atmosfer, bu iki özelliğin büyüleyici dengesidir.
Türk İstanbul’un adı: Dersaadet’tir.
Dersaadet, İstanbul’un adlarından biri… Ama Dersaadet kelimesini, ortaya çıkaran düşünce, ‘kerim devlet’ olgusunun başarısıdır.
Dersaadet’i geçerli kılan ‘devlet’ kavramının zemin bulduğu yer ise, hiç şüphesiz İstanbul ve hususen Tarihi Yarımada’dır.
Roma, Bizans ve Osmanlı asırları boyunca, İstanbul’un idari merkezi Tarihi Yarımada olmuştur. Osmanlı idraki, şehre ait birçok unsuru, bütüncül bir bakışla yoğurmuş ve milli kültür içinde bir yerlere oturtmayı başarmıştır.
2.Hafızalardaki İstanbul: İstanbul’un silueti
Hafızalardaki İstanbul, Tarihi Yarımada’dır… İstanbul’un silueti burada şekillenir. Bütün aklıselim düşünürler Yahya Kemal, Tanpınar, Peyami Safa, Çelik Gülersoy, Turgut Cansever ve İsmet Özel, İstanbul’un silueti ile milli kimlik arasında doğrudan bir bağlantı kurarlar.
İstanbul’da Osmanlı’nın en etkileyici izi, hiç kuşkusuz, selatin camilerdir. Tarihi Yarımada’nın Osmanlı Sultanları tarafından yaptırılan büyük camileri, hafızalarımıza unutulmaz bir fotoğraf olarak İstanbul’un silueti’ni nakşetmiştir.
İstanbul’un silueti’nin mütemmim cüzleri selatin camilerin yanındaki padişah türbeleri ve seçkin mezarlarının bulunduğu hazirelerdir. Bugün bu mezarlıklar, park ve meydanın ihmal edildiği modern İstanbul’a nefes veren mekanlardandır.
3.Dünyanın en güzel İstanbul’u Dersaadet’tir
Çelik Gülersoy ısrarla İstanbul’un silueti’nin önemini vurgular: “Bu durumda, tarihi yarımada içinde yapı yüksekliklerinin artışına gidilmesi kaçınılmazdır… Ama tarih karşısında sorumluluğu çok yüksek olan bir görev de, bu üçgen yarımadanın geri kalabilen kimliğinin, ne pahasına olursa olsun korunmasıdır. Bunun yolu siluetin korunmasından geçer. Önce kalın çizgiler çekilir. Bozdoğan Kemeri yörelerinden Sarayburnu’na kadar olan bölge kesin koruma altına alınır. İstanbul’u hala İstanbul yapan resim de budur. Topkapı Sarayı’nın minyatür kuleleri ve kubbeleri ile uçtan başlayan bir çizgi, inip çıkarak, Ayasofya’nın, Sultanahmet Camii’nin minareleri ile semada bir desen oluşturur.”
İstanbul’un silueti, İstanbul’a yolu düşen yabancılar için de vazgeçilmez bir fotoğraftır. Mayer Mağazası sahiplerinden Georg Mayer, yaşadığı dönemle ilgili bilgiler içeren kitabında İstanbul’u özlemle yad etmektedir: “İstanbul’u seviyorum, sadece Ayasofya’dan ve Bizans surlarından, Sinan’ın camileri ve müzelerin ihtişamından dolayı değil. İstanbul’u, Boğaz’daki eşsiz mevkiinden ve güneş batarken minarelerinin gölgesinden dolayı seviyorum… İstanbul, Türkiye’dir; Türkler için İstanbul, bir çok başkentten daha büyük ölçüde, ülkelerinin kalbidir.”
4.O insancıl atmosfer teknik gereklerle donatabilseydi
Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu “Evet eski İstanbul çok daha bizdendi, daha çok Şark ruhuna yakındı. Kendisine mahsus içli güzelliği bambaşkaydı” der.
Fakat Osmanlı aydını şu ya da bu gerekçeyle zamanın ruhunu yakalayamadı. Yakalayamadığı için de değişimin öncüsü olamadı. Çelik Gülersoy bunu şöyle dillendirir: “Eski İstanbul’un temel felsefesi, o insancıl ve yumuşak atmosferi, o zaman teknik gereklerle de donatabilseydi, bugün hem kişilikli, hem de sorunları daha az bir şehrimiz olabilecekti. Olmadı, çünkü olamazdı.”
Olamazdı çünkü değişimi sürüklemesi gereken aydınlar, değişimi başarılı bir şekilde yorumlayabilmiş değillerdi.
Türk mimari geleneği kendini yenileyemediği için 18. yüzyıldan itibaren, azınlık ve yabancı mimarlar, mimari eserlerimizi yapar hale gelmiştir.
Sivil mimaride ise artık apartman tek bir konut modeli olarak, topluma dayatılmıştır. Apartman yüzyılın başlarında boy göstermiş bir yapı cinsidir. Önce Şişli’de ve Nişantaşı’nda ortaya çıkar. 1930’lar ve 40’larda ise Cağaloğlu’nda yaygınlaşır.
Önceki dönemde Müslüman evi tahtadan, Rum ve Ermeni evi ise taş ve tuğladan yapılmıştır.
5.Felaketin habercisi ahşap evde ısrar
Aynı iklim kuşağında İtalya’da taş, tuğla evler yapılırken ve bunlarla tıklım tıklım sanat eserleri muhafaza edilirken, bizde, hele İstanbul’da durmadan ve ısrarla ahşap evler yapılıyor, bunlar da içinde kıymetli sanat eserleriyle yanıp mahvoluyordu. Malik Aksel, “Bugün Topkapı Sarayı olmasaydı, belki de dünya karşısında sanatsız bir millet olarak kalacaktık” diyerek kaygılarını belirtir.
Ahşap evde ısrar, aslında çözüm üretememenin sonucudur. Asrileşme mekanı şehirde apartman, ahşap evin çözümsüzlüğü kesinleştikten sonra batıcı zorunluluk olarak dayatıldı.
6.Hatime: müstakil ev, yani malikane kavramı olmadan aile kavramı oturmuyor
Artık Türkiye’de şehirde müstakil evi düşünmek bile yasaktır. Müstakil ev, yani malikane kavramı olmadan aile kavramı yerli yerine oturmuyor. Türk toplumunun bir evde oturma süresi ortalama 1,5 yıl… Bu durumu ancak Oktay Arayıcı’nın müthiş oyun ismiyle anlayabiliriz: ‘Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası.’ Türk toplumu seferi bir halde sürekli devinmekte, çoğunlukla da boşuna yorulmaktadır. Türk insanının yorgunluk hali, romanımızda da yer alır. Tanpınar’ın ‘Huzur’ ve Mustafa Miyasoğlu’nun ‘Kaybolmuş Günler’ romanlarında bu durum işlenir.
İnsanımızın bu boşuna devinmesinin sonucunda, yorgun, agresif ve sinirli bir yetişkin kitlesiyle karşı karşıyayız.