Hilmi Yavuz; Sezer Tansuğ’u ilk defa 1955 yılının kış aylarında Beyoğlu’da ‘Tosunun Yeri’ adlı meyhanede saz çalarken görür. Elvis Presley rüzgarlarının estiği bir dönemde bir adam bağlamada inat etmektedir. Dinleyenler onun sanat tarihçisi olduğunu söyleyince, ‘Sezer Tansuğ kimliği’ daha bir gizemli hale gelir.
Tabii Sezer Tansuğ’u şimdiki Türkü Bar’larda türkü söyleyenlerle karıştırmamak lazım. Tansuğ’un meyhanede türkü söylemesi ‘sahne alma’ değildir. O bu yöntemle kendilikbilgisi’ne giden yolda bir çeşit bir inşa içindedir.
Türklük’ün ve türkü’nün hakir görüldüğü bir tarih diliminde meyhanede Aşık Veysel’i dillendirmek, şüphesiz ki bir varoluş denemesidir. Onun sözleriyle Aşık Veysel konuşur: ‘Güzelliğin on para etmez/ Bu bendeki aşk olmasa.’
Beyoğlu’nu kazıya kazıya Türk-İslam kültürünün diyalektiği üzerine kafa yormak kolay bir şey değildir.
Sahnede çaldığı bağlamasını kendi yapan, evindeki koltuğu kakmacılık sanatına göre kendi tasarlayan, belgeseller çeken, Türk Sanatı’nı ifadelendirme gayretine yoğunlaşan Tansuğ, ülkemizin yabancılaşmış kültür ve sanat çevresinde giderek yalnızlaşır.
Sol sanat çevrelerinin Batı Aktarmacılığı’na soyunması ve yerlilik bilinci’nin kaybedilmesi, Sezer Tansuğ’u hırçınlaştırır.
Tansuğ, kültür ve sanat dünyamızdaki yabancılaşma’ya bodozlama dalan tavırlar içine girer. Yabancılaşmış klan, suçlayıcı bir damga vurur: ‘Hırçın Sezer’…
Tansuğ’a karşı adı konulmamış bir boykot uygulanır.
Bugün Sezer Tansuğ’un savaşımını verdiği ‘yerli içerik’; Beşir Ayvazoğlu’nun ‘Aşk Estetiği’, S.Ahmet Arvasi’nin ‘Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz’, Turgut Cansever’in ‘Kubbeyi Yere Koymamak’, Attila İlhan’ın ‘Ulusal Kültür Savaşı’, Halit Refiğ’in ‘Ulusal Sinema Kavgası’, Salih Mirzabeyoğlu’nun ‘Kültür Davamız’, İlhan Özkeçeci ‘Doğu Işığı’ ve Turan Koç’un ‘İslam Estetiği’ gibi eserlere kavuştu.
Ama yine de Sağ’da kültür ve sanat ortamının tam teşekküllü hale gelememesi acı gerçeğimiz.
2.Kısaca Sezer Tansuğ
Sezer Tansuğ 1930 yılında Erzurum’da doğdu. 1953 yılında İÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nden mezun oldu. 1956’ya kadar aynı bölümde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 1958-60 arasında sinemada çalıştı. 1960-75 yılları arasında Ayasofya Müzesi’nde görev aldı. 1964-65’de bir yıl süreyle AID participant’ı olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde bulundu. 1975-76’da reklam şirketlerinde copywriter olarak iki yıl çalıştı. 1977-81 yılları arasında beş yıl, Dokuz Eylül ve Mimar Sinan Üniversitelerine bağlı Güzel Sanatlar Fakültelerinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1982 başında Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Merkezi öğretim görevliliğinden emekli oldu. Son olarak Zaman gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. 1998 yılında vefat etti.
Eserleri: Şenlikname Düzeni, Okname, Beş Gerçekçi Türk Ressamı, Sanata Yaklaşım, Sanatın Görsel Dili, Resim Sanatının Tarihi, Karşıtı Aramak, İnsan ve Sanat, Çağdaş Türk Sanatı, Türk Resminde Yeni Dönem, Herkes İçin Sanat, Ressam Halil Paşa İncelemesi, 66 Kare-Geleneksel Kültüre Çağdaş Yorum, Gelenek Işığında Çağdaş Sanat.
3.Tansuğ’un misyonu: Türk Sanatı’nın Diyalektiği’ni inşa etmek
Tansuğ’un yazıların genel mesajı Türk Sanatı tarihinin kuramsal ve uygulamaya dönük sorunlarının gerçekçi bir ulusal program hedefi doğrultusunda ele alınma zorunluluğudur.
Tansuğ’un ‘Karşıtı Aramak’ (Arkeoloji ve Sanat Y., İstanbul 1983) adlı eseri, Türk Sanatı’nın Diyalektiği’ni oluşturmak için kaleme alınmış yazılardan oluşur.
Gruplandırmada ilk sıra Türk Sanatı’nın yapısal nitelikleri ile soyutlayıcı eğilimlerine ilişkin sorunlarının anlatılmasına çalışılmıştır.
4.Sezer Tansuğ-Sarkis Zabunyan kavgası ya da Soykırımı ticaretine çomak sokmak
Sezer Tansuğ’un en ünlü kavgalarından biri, Sanat Çevresi dergisinde yayımladığı ‘Köfteci Kaptan Hakkında’ başlıklı yazısının ardından Sarkis Zabunyan adı etrafında cereyan eden ve mahkemeye düşmesine yol açan kavgadır.
Beşir Ayvazoğlu bu kavgayı şöyle özetler… Yıllar önce postu Paris’e seren İstanbullu ressam Sarkis Zabunyan’ın Ermeni propagandasına âlet olduğu, Türk sanatçılarının yolunu keserek kendi çıkarlarını kolladığı ve Türkiye’ye karşı düşmanca bir yaklaşımı benimsediği iddia eder.
Vay sen misin böyle yazan? Aralarında Melih Cevdet Anday, Murat Belge, Mengü Ertel, Bülent Erkmen, Can Yücel, Onat Kutlar, Ferit Edgü, Doğan Kuban, Enis Batur ve Handan Börüteçene’nin bulunduğu 89 yabancılaşmış aydının imzasını taşıyan zehir zemberek bir kınama bildirisi yayımlar. Bildiride Sezer Tansuğ, ırkçı, şoven ve gerici olmakla suçlanır.
Açıkçası, Türklüğün vurgulanmasından her nedense büyük rahatsızlık duyan bazı aydınlar, Paris’te Türk düşmanlığını kullanarak ‘vatansız sürgün’ rolü oynayan ve ırkçılık yapan Sarkis’e değil, onu bu yüzden eleştiren Sezer Tansuğ’a ateş püskürür.
Ancak Sezer Tansuğ kuru gürültüye pabuç bırakacak cinsten bir adam değildir; kavgasına kararlı bir biçimde devam etmiş ve yüzde yüz haklı olduğuna inandığı için iddiasından hiç vazgeçmemiş, kavgayı mahkemeye taşımıştır.
5.Hatime: Tansuğ, Asıl söz bu toprağın sahipleri tarafından söylenecektir!
Sezer Tansuğ, bugünün sanat sorunları, ulusların dünya ortamında kendi hak ve bağımsız varlıklarını sürdürme zorunluluklarından ayrılmayacağına inanır. Tansuğ, sanatta ulusallık ve yerellik kavramlarında direnmek ve evrensellik idealizasyonunu karşı gelmenin bir ‘yaşama sorunu’ olduğunun altını çizer.
Tansuğ, ‘Surete tapınma düşüncesinin farklı bir temelden gelen iradeyle bütün bütüne inkarı İslam soyutlamasının amacını teşkil etmiştir’ diyerek soyut İslam Sanatı’nın rasyonalitesini izah eder.
O bir eleştirmen olarak buralı olmanın kavgasını verir: “Türk dilinin İslami kalıplara uyuşu gibi bir olgu. Maddesel duyuş ancak üzerinde binlerce sözcüğün hareketini taşıyan bir kütle olmaktan çıkıp kendi hareketini idrak etmeye ve eğilip bükülerek kendisi biçimleri yaratmaya başlıyor.”
Medyatik illüzyonlarla yok edilmek istenen Türk insanı, Tansuğ’a göre ‘tüm etkenler sentezine egemen olabilen, farklı bir yaratma ve biçimlendirme istemine sahip, yepyeni bir insan varlığıdır.’
Tansuğ’un şu sözleri bir vasiyet niteliğindedir: “Asıl söz toprağa sadece o toprağın adamı gibi eğilen sanatçı kişiler tarafından söylenecektir.”
Sezer Tansuğ’un bağlamasıyla çalıp söylediği türkülerin insani psikolojisi ve toplumsal zemini vardır. İşte onun dilinden ses veren yok edilen türkülerimizden biri:
Haciz gelmiş ocakları bozuyor
Kimi vergi, kimi sorgu yazıyor
Can dayanmaz kul canından beziyor
Böyl’olursa demir durmaz sivrilir
Her yazısı, cami’ye kilise açısından bakanlarla bir hesaplaşmaydı.
Mekanı cennet olur inşallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder