25 Aralık 2013 Çarşamba

Paralel Devlet; Sabetaycılar ve Nakşiler

1.Yahudiler, Türkiye’yi terk ediyor?
Ak Parti iktidara geldiğinde Türkiye’de 24 bin Yahudi yaşıyordu… Bugün İsrail’e ve Batı ülkelerine yapılan göçlerle bu sayının 13 bine indiği zannediliyor. Tabii bu Yahudiler’in önemli bir kısmının TC vatandaşlığı hala devam ediyor. Rakam resmi olarak daha yukarıda görünüyor ama fiili durum 13 bin…
One munite”den Mavi Marmara Olayı’na kadar İsrail’in Başbakan Erdoğan’la çatışması, uluslararası Yahudi Lobisi’nin devreye girmesiyle giderek gerçek bir çatışmaya doğru gidiyor.
2001 Krizi’nde Pamukbank ve Yapı Kredi’ye uygulanan infazın bir benzeri, 17 Aralık Operasyonu’nda Halkbank’a uygulanıyor.
Başbakan Erdoğan, kendi iktidarı döneminde, ‘Kara Para’dan ‘İran Ambargosu’nu delmeye’ değişik ithamlarla karşı karşıya.
ABD Büyükelçisi Frances RiccardoneYahudi Lobisi’nin bir elemanı. RiccardoneTürkiye’de bir iç politika figürü olarak hareket ediyor. Riccardoneİstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimiyle doğrudan ilgileniyor.

17 Aralık 2013 Salı

Fişleme ile yargısız infaz arasında

1.Fişleme, kasetleme, paketleme…
Fişlemek, Devlet olmanın bir gereğidir… ‘Fişleme’nin olmadığı bir durumda, teröristle ‘sade vatandaş’, Devlet karşısında eşit durumdadır. Oysa terörist, insanların canına kasteden bir suçludur. ‘Fişleme’ yapıl-ma-ması bütün toplumu ‘zanlı’ durumuna düşürür. Bu durum, ‘sade vatandaş’ın temel insan haklarına hakarettir.
Ancak fişlemelerin, ip uçlarının derlenmesinden sonra, özellikle yargıya intikal sürecinde büyük hatalar yapılıyor.
Ergenekon Davası’ndan ‘Balyoz’a, ‘KCK Davası’na, milletvekili kaset servislerine ve bugünkü yaşananlara kadar hemen hepsinde bir usul hatası yapılıyor.
Medya paslaşmasıyla, gözaltına alınan kişiler, yargılama süreci başlamadan savunmasız ve çıplak bırakılmaktadır. Kişilerin en temel hakkı, ‘yargılanma sonuçlanana kadar, sanıklar masumdur’ ilkesi yok edilmektedir. Dün olduğu gibi bugün de bu yanlış uygulama devam ediyor.
Bürokratların, Mecelle’nin temel maddelerinden biri olan, ‘Haklı hakkını, haklı kalarak aramalıdır’ maddesini ihlal etmemesi gerekiyor.

10 Aralık 2013 Salı

Selahattin Demirtaş niçin tasfiye ediliyor?

1.İlk işaret Aysel Tuğluk’un Taha Akyol’a yazdığı mektup
PKK-BDP çizgisinde, Abdullah Öcalan’ın ‘HDP Açılımı’yla önemli gelişmeler yaşanacak. Bu gelişmelerin ilk ipuçlarını DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk’un Taha Akyol’a yazdığı mektuptan öğrenmiştik.
Tuğluk, ‘HDP Açılımı’ndan çok önce Kürt Siyasi Hareketi’nde bütün tasarımın tepeden tırnağa değişeceğini, bir çok eski ismin tasfiye edileceğini söylüyordu.
2.İstanbulsuz, medyasız Kürt Siyaseti, Somali Siyaseti’ne döner
BDP’nin tasfiye olacak eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Gültan KışanakÖcalan’ın tasfiye açıklamasından sonra inciler dökülmeye başladılar.
Demirtaş, “Kürtler için ayrılmak bir seçenektir, bağımsızlık bir seçenektir” dedi. Demirtaş, bir solukta Kürtler’in kendini geleceğini tayin hakkından, eyaletten, bağımsızlıktan söz etti.
Oysa ÖcalanNevruz Deklarasyonu’yla birlikte yaşama tercihini açıklamıştı.
Demirtaş’ın çıkışı, HDP Açılımı’yla kendisini ve ekibini tasfiye eden Öcalan’a bir tavır.
Öcalan, İstanbulsuz, sol seçkinsiz, medyasız-kamerasız Kürt Siyaseti’nin, Somali Siyaseti’ne döneceğini biliyor.

4 Aralık 2013 Çarşamba

Kaos'a karşı düzen: İslam Sanatı ve Estetiği Kongresi

1.İslam Sanatı ve Estetiği Kongresi’nin gerekçesi: Kaos
Diyanet İşleri Başkanlığı, geçtiğimiz hafta önemli bir kongreye imza attı: İslam Sanatı ve Estetiği Kongresi.
Cami mimarisindeki sorunlarımızdan, ezan, ikamet, dua, kıraat eğitiminden sinemada karşılaştığımız sorunlara kadar bütün olumsuzlukların temelinde İslam Sanatı’nı bilmeme ve ciddiye almama yaklaşımının sonuçları var.
İslam Sanatı’nı ve Estetiği’ni ciddiye almadıkça her gün karşımıza konuyla ilgili yepyeni sorunlar çıkıyor.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez açılış konuşmasında, Bugün sanat alanındaki yerimiz başlı başına sorgulanmaya, köklü bir şekilde açıklanmaya muhtaç durumdadır” diyerek durumun vahametini işaret etti.
Evet doğru düşünce olmadan doğru eylem olmuyor.
2.Kaos’tan düzene pratiğin teorisi: Aşk Estetiği
Düşünür mimarımız Turgut Cansever, Müslümanın dünyayı güzelleştirme sorumluluğunun altını çizer. Cihat dünyayı güzelleştirme ve herkes için yaşanılır kılma savaşıdır. İslam Sanatı ise dünyayı herkes için yaşanılır kılmanın tezahür alanı.

27 Kasım 2013 Çarşamba

Hıristiyan mahallesinde kandil simidi satan adam: Aytunç Altındal

1.‘Şeytan Ayetleri’ne karşı ‘Üç İsa’
İsmet Özel, “kafirle savaşan Müslümana Türk denir” buyurmuştu. Bu görüş, Aytunç Altındal için birebir örtüşen bir durumdur. O müşriklerin ağa babalarıyla savaşan bir dava adamıydı.
Aytunç Altındal, bilgi yoluna adadığı ömrünü İslam’ın ve Müslümanların emrine veren bir bilgi dervişiydi. Salman Rüşti’nin ‘Şeytan Ayetleri’ kitabı yayınlandığında, karşısına çıkan aksiyon kitabı Altındal’ın ‘Üç İsa’ kitabıydı.
İslam ihya eder, Batılı gavur katleder. Batı’nın yok etme şekilleri üçe ayrılır.
Gavur önce doğrudan kelle keser. Çanakkale’deki gibi, Milli Mücadele’deki gibi. Gavurun ikinci katletme yöntemi misyonerlik vasıtasıyla doğrudan tanassura zorlamakla olur. Yaşamak istiyorsanız, kimliğinizi reddetmelisiniz. Gavurun katletme yönteminin üçüncüsü bilgiyi deforme ederek, oryantalistler eliyle yapılır.
Oryantalistler, bizim bilgimizi, bizim kaynaklarımızı, bize karşı kullanır. Bizi tevhitten uzaklaştırmaya çalışır. Şeytanın aklına gelmeyen hinlik, oryantalistlerin aklına gelir. Değerlerimizi tersine dönüştürmek için ellerinden geleni yaparlar. Aytunç Altındal, oryantalistlere kendi değerler sistemi içinde problematikler açarak aksiyoner bir bilimsel tavır sergilemiştir. Onun yaptığını futbol terimleriyle tanımlamak için Doğan Koloğlu’nun ‘hücum futbolu’ terimini hatırlamamız gerekecektir.

20 Kasım 2013 Çarşamba

Çekoslovakyalılaşma tehlikesi

1.Gönüllü bölünmenin adı: Çekoslovakyalılaşmak!
Önce ‘Finlandiyalaştırma’ (Finlandization)nedir, onu hatırlayalım. Finlandiya, Emperyal güç Sovyetler Birliği ile sınırı olan bir küçük ülke.
Soğuk Savaş döneminde, demokratik bir ülke olmasına rağmen Finlandiya, NATO’da yer almaz. Dahası yer yer Sovyetler’le paralel politikalar içine girer. Bu edilgen politikanın adı bir dış politika terimi haline gelir. ‘Finlandiyalaştırma’ terimi tarihe geçer.
‘Finlandiyalaşma’dan Çekoslavakyalılaşmak’a yol gider
Çekiç Güç ve 36.Paralel uygulamasıyla Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin kurulması  Türkiye’nin  Finlandiyalaşrılması olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’nin Finlandiyalaştırma operasyonunda, dönemin bütün iktidarları aktif rol oynamıştır.
İçerde PKK’ya en şahin politikaları uygulayan Tansu Çiller-Mehmet Ağar ekibi bile, dış politikada Finlandiyalaştırma’nın aracı olmuştur.
Hatırlayalım Çekoslovakya nasıl bölündü?

12 Kasım 2013 Salı

Ahmed Arif kime karşı, kimden yana?

1.Hasretinden Prangalar Eskittim

Ahmed Arif ortaokuldayken, Halkevi’yle tanışır. O dönem her Halkevi şubesinin kendi dergisi çıkmaktadır. Diyarbakır Halkevi’nde ‘Boğaz’daki Aşiret’ten Nazım Hikmet’in şiirleriyle karşılaşır. Daha önce geleneksel ve popüler damarlarla beslenen Ahmed Arif için dönüşüm başlamıştır.
Ahmed Arif önce askerliğini yapar sonra üniversiteye gider. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nde okur ama mezun olamaz.
1948 yılında ‘Palmiro’ adlı bir şiirinden dolayı tutuklanır. Bir süre sonra serbest bırakılır. Dışişleri Bakanlığı eleman almak için bir sınav açar. Ahmed Arif bu sınava girer ve kazanır. İşi hazırdır yurt dışına gidecektir. ‘Palmiro’ şiiri yüzünden tutuklanınca işe alınmaz. Danıştay’a başvurur, Merkez Bankası’nda iş verilir. Hem çalışır hem okur. 1951 yılında yeniden gözaltına alınır. Baskılardan, işkencelerden geçer. Tahkikat sonunda serbest bırakılır. Dışarı çıkınca işe geri almazlar.
Ahmed Arif, toplam 38 ay hapiste yatar.

5 Kasım 2013 Salı

Kemal Sunal'dan Karl Marks'a nasıl gidilir?

1.Şaban mı daha komik, Zübük mü?
Kemal Sunal komik adam tabii ki güldürüyor. Ama ben Kemal Sunal seyrederken, Sağ’ın hallerine gülüyorum. Kemal Sunal, son tahlilde bir Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin tasarımıdır. Kemal Sunal’ın şahsında tecessüm eden Şaban tiplemesi Rıfat Ilgaz’a, Zübük tiplemesi ise Aziz Nesin’e aittir.
İslami ideallerle kurulan Kanal 7, hemen her akşam bir Kemal Sunal filmi yayınlıyor. Bazı günler Samanyolu Tv’de Zübük peşine düşüyor. Akşamın en güzel rayting saatine Kemal Sunal filmi konulmuş.
Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin ismine birkaç isim daha ekleyin. Muzaffer İzgü, Sulhi Dölek, Umur Bugay, Kandemir KondukGani MüjdeBirol Güven vs… Yeni yetme mizahçılar kuşağına hiç girmiyorum. Cem Yılmaz, Yılmaz ErdoğanAta Demirer, Gülse Bilsel, Beyaz
Bu komikçilerin önemli bir kısmı ya heterodoks inançlara ya da etnik farklılıklara mensup. Üstelik bunlar en komikleri. Bunun tesadüf olduğuna inanmıyorum.

29 Ekim 2013 Salı

İyi Öcalan, kötü Kandil!

1.Abdullah Öcalan nasıl ‘iyi’ oldu?
Hakan Fidan’la ilgili ABD ve İsrail basınında çıkan haberlerin Abdullah Öcalan’ın siyasi bir aktör haline gelmesiyle ilgili olduğunu medyadan öğreniyoruz. Öcalan’ın Kandil ve İran’a karşı öne çıkarılması projesinin Fidan’a ait olduğu da satır aralarında söyleniyor.
Bu satırlardan çıkan sonuç Türkiye için Kandil, İran, ABD Basını ve İsrail ‘kötü’, Abdullah Öcalan iyi’ bir aktördür.
Ancak ‘İyi Abdullah Öcalan’ın içerdeki hamleleri bitmiyor. Güneydoğu için bir kurucu meclis gibi hareket eden Demokratik Toplum Kongresi’nin yerine artık Halkların Demokratik Kongresi ve bunun ardından Halkların Demokratik Partisi devreye giriyor. Demokratik Özerklik, artık bütün etnik unsurlar için model olarak önerilmektedir.
Ayrışma düşüncesi Batı illerine yayılacak
Kötü Kandil’in savaş çığlıklarına karşı ‘İyi Abdullah Öcalan’ın Türkiye’nin Batı bölgelerine göçmen Kürt ve diğer etnik unsurların Demokratik Özerklik’i yayma çalışmaları, Türkiye’nin kantonlaştılmasıdır, Lozan’ın Dayton’laştırılmasıdır. (Dayton Bosna’ya barış getiren özürlü anlaşma.)

23 Ekim 2013 Çarşamba

Yeni siyasetin yeni fenomeni Mansur Yavaş

Cüz’i iradenin yok sayılması gayretullah’a dokunur
İnsanın küçüklüğü, Yüce Allah’ın külli iradesi karşısında bir küçüklüktür. Yoksa insan yaratılmışların en şereflisidir, yani bir başka deyişle yaratılmışların en büyüğüdür. İnsanı büyük ve şerefli kılan sorumluluklarıdır. İnsan, seçilmiştir, halife’dirİmam Maverdi’nin ‘kalp içinde bir nur’ diye tarif ettiği aklın insana verilmesiyle insanın imtihanı başlamıştır. Nurettin Topçu’nun müthiş kitap ismiyle söylersek, insanın davası ‘İrade’nin Davası’dır.
Türkiye vesayet zihniyetinden NATO’nun iç operasyonlarıyla kurtuldu. Ama bu sefer siyaset kurumunda ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’nin insan iradesini yok sayan kötü huylarını görmeye başladık.
Sosyolog Kadir Cangızbay, “insan özneleşebildiği için insandır” buyurur. Siyaset kurumu, ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’nin zaaflarıyla ahlaklandıkça insanın iradesini yok saymaya başlıyor. İnsanın cüz’i iradesinin yok sayılması yani insanın nesneleştirilmesi, gayretullaha dokunur. Külli irade ile zıtlaşan egemenlerin sonu kaçınılmaz çöküştürİbni Haldun ‘Mukaddime’sinde bunu anlatır.
Gelecek seçimin sonuçları çalındı yoldaş!
Hiçbir seçim, yapılmadan kazanılmaz.” Ama siyaset kurumu vesayet gölgesindeyse seçimler yapılmadan da kazanılmaya başlanır.
Sovyetler Birliği dönemi seçimleri için bir fıkra anlatılır… Politbüro’da Yaşlı Yoldaş’ın morali bozuktur. Genç Yoldaş sorar “niçin moraliniz bu kadar bozuk?” Yaşlı Yoldaş, cevap verir: “Gelecek seçimin sonuçları çalındı.”

16 Ekim 2013 Çarşamba

Bir vatan kurtarma hikayesi ya da Nevzat Kösoğlu

1.Kösoğlu’nun girişimci tarafı
Nevzat Kösoğlu’nu bana ve arkadaş çevremize yakından tanıtan kişi ‘Çanakkale Mahşeri’ şaheseri yazarı Mehmed Niyazi Bey olmuştur. Onun sohbetleri içinde Nevzat Kösoğlu esaslı figürlerden biriydi. Tabii burada Osman Çakır’ın Kösoğlu ile yaptığı nehir söyleşi kitabı ‘Hatıralar yahut Bir Vatan Kurtarma Hikayesi’ni özellikle zikretmem gerekir. Eğer bu eser olmasaydı onu bu kadar yakından tanıyamazdık.
Kösoğlu’nu tanıyınca gördüğümüz en bariz özellik nedir?
Kösoğlu’nda realiteyi reddeden, gerçeği dışlayan, gaibe iman eden ve gaibi zorlayan bir ‘girişimci taraf’ vardır. Bu özellik, her şeyden şikayetçi bizim nesil için örnek bir durumdur.
Kösoğlu’nun kuruluşuna katkıda bulunduğu oluşumlara birlikte bir göz atalım.
2.Üniversiteliler Kültür Derneği ve Ocak Dergisi faaliyetleri
Nevzat Kösoğlu’nun içinde bulunduğu kuruluşların başında Üniversiteliler Kültür Derneği vardır. Üniversiteliler Kültür DerneğiNuri Gürgür, Nevzat Kösoğlu, Acar Okan, Şerafettin Yılmaz, Ayvaz Gökdemir, Mehmet Akdaş, İrfan Tunç, Rasih Demirci, Orhan ArslanOrhan Kavuncu, Süleyman Kürkçü, Şakir Gözübüyük, Mustafa Şerbetçioğlu, Celal Er, Cezmi Bayram ve Mehmet Kara tarafından kurulur. Galip Erdem ve Vecihi Öğütçüoğlu grubun ağabeyleri konumundadır.

8 Ekim 2013 Salı

Bir önceki Barış'a ne oldu?

1.YSKbir önceki seçim sınavında sınıfta kalmıştı

Dünya’da en çok kanun ve mevzuat Türkiye’de var… Anayasamız da bütün ülkelerin Anayasalarından uzun. Her konuda birbirinden farklı onlarca karar var. Güçlülerin gücüne göre yargıdan kararlar çıkabiliyor.
Çoktandır varlığını duymadığımız Yüksek Seçim Kurulu (YSK) nihayet seçimle ilgili ilk duyurusunu yaptı. Kararları tartışılamayan YSK bir önceki seçim sınavında sınıfta kalmıştı.
Bir önceki Barış, seçim sürecinde sürmüş, YSK ve diğer hukuk kurumlarının birbirinden yanlış kararları yüzünden PKK yeniden silahlı eylemlere başlamıştı.
Yanlış kararların en açık olanı Hatip Dicle’nin seçim listesine konulmasına izin verilmesi ve seçimde gerekli oyu aldığı halde milletvekilliğinin iptal edilmesiydi.
YSK bu yanlışla da yetinmedi, Hatip Dicle’nin yerine Ak Parti adayı Oya Eronat’ı seçilmiş saydı. Ak Parti büyük bir inatla bu tuzağı görmedi. Bedavadan bir milletvekili kazanımını meşru kabul edip, bu kazanımın üstüne yattı. O çok bahsedilen siyasi etik, Oya Eronat’ın mazbatayı almamasını gerektirirdi.
Apo bu durumu kabul etmeyi ‘siyasi fahişelik’ olarak nitelendirdi. “Gerekirse 500 bin kişi ölür, biz bu kararı kabul etmeyiz” dedi.

1 Ekim 2013 Salı

Türkiye'nin iç meselesi olarak Mısır

1.Batılılar Mısır’a “Türkiya” derdi 
Nasır23 Haziran 1952 tarihinde kansız bir darbeyle Kavalalı Hanedanı’ndan Kral Faruk’u devirir, yönetime el koyar. 
Tesadüf müdür yoksa şuurlu bir tercih midir bilinmez. Mısır’ın darbe tarihi Hareket Ordusu’nun İstanbul’a yürüdüğü 31 Mart Vak’ası ile aynı tarihi taşır.
23 Haziran miladi tarihe göre, 31 Mart şemsi takvime göre adlandırıldığı için bugün biz farklı tarih olarak anlıyoruz. Bu konuda Tarih ve Toplum’da müstakil bir yazı var.
Mısır’a “Türkiya” dedirten Memlüklü hakimiyeti üzerinde Alparslan Türkeş özellikle durmuştur. Mısır’daki Memlüklü hakimiyetini en iyi anlatan eserlerden biri Rıza Nur’un ‘Türk Tarihi’dir. Eseri Osmanlıca’dan yeni harflere Türkeş çevirtir. Çeviriyi Ötüken Neşriyat’ın kıdemli editörü Erol Kılınç yapar. Rıza Nur’un ‘Türk Tarihi’, 1970’li yılların ortalarında Kutluğ Yayınları tarafından neşredilir. Külliyat şimdi Toker Yayınları tarafından yayınlanıyor.
Kavalalı İsyanı’nın ardından belirlenen ‘hidivlik’ statüsüyle orta yol bulunur. İlişkiler düzelir.

24 Eylül 2013 Salı

İstanbul'u planlamak

1.Şehri düşünmek düşünce adamının temel görevlerinden biri
Yahya Kemal’in Aziz İstanbul’daki son yazısı, Şehircilik Kongresi’nde yaptığı bir konuşmadır. Şehri düşünmek, düşünce adamının temel görevlerinden biri. Şehir değişimin laboratuvardır. Eğer aydının şehir fikri yoksa, bütüncül bir fikirden beslenmiyor, değişimi algılayamıyor demektir.
Türk aydını fikirleri ve şehirleri kopyalamayı marifet biliyor.
2.Plan yanlışları

Tarihi Yarımada’nın insan ve bina yoğunluğu Osmanlı yöneticilerinin de dikkatini çeker ve bu yoğunluğu yönlendirmek için şehir planı arayışlarına girilir.
Cemal Paşa Dahiliye Vekili olunca, Suriye’nin imarı için İsviçre’den getirttiği uzman mimarı İstanbul’a davet eder. İstanbul’un planını ve şehrin gelecekteki şeklini tespit ettirmek ister.
1909 yılında, Şehremini Halil Bey zamanında, ilk defa İstanbul’un imarı için umumi planla, haritasının düzenlenmesine lüzum görülmüştür. Bu haritanın yapılması için şehrin nirengi noktalarının tespitine başlanmıştır. Çalışmanın başarı ile yürütülmesi için Paris Topografi Cemiyeti ile anlaşma yapılmış ve Liyon şehri başmimarı İstanbul’a çağrılmıştır.
Turgut Cansever dönüşüm sürecini şöyle ifadelendirir: 1938-1950 yılları arasında Fransız şehir plancısı Henri ProstTarihi Yarımada için tarihi şehrin yaya kullanımına dönük yol şebekesini, 20. Asır Batı Avrupa şehirlerinin kavşaklarda kesişen ve gösterişli akslardan oluşan yol şebekesine dönüştürür.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Kürtçe Dil Birliği'ni TC sağlayacak!

1.Cemil Bayık’ın dört lehçede yemini 
Cemil Bayık, KCK’nın başına geçince Kürtçe’nin Kırmancı, Zazaca, Kelhori, Soranca ve Lori lehçelerinde ayrı ayrı yemin etti. Çünkü Kürtçe yer yer birbirinden bir dil kadar farklı lehçelerden oluşuyor. Mesela Kırmançı ile Soranca arasındaki farkın, İngilizce ile Almanca arasındaki fark kadar büyük olduğu söylenir.
Abdullah Öcalan yıllar önce kendisiyle yapılan bir röportajda, Kürt devleti kurulduktan en az 30 yıl sonra Kürtçe eğitime geçilebileceğini söylemişti.
Şimdi süreç değişti. Kürtçü talepler en ileri dereceye çıkarıldı. Artık Kürtçe Dil Birliği’nin Türkiye Cumhuriyeti tarafından sağlanması isteniyor. Çünkü bu lehçelerden eğitim için birinin seçilmesi demek, diğerlerinin tasfiyesi anlamına geliyor.

11 Eylül 2013 Çarşamba

'Rifaa'nın Çocukları' nereye gidiyor?

1.Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın adamı Rifaa Tahtavi
Rifaa’nın Çocukları’ (Les enfants de Rifaa, Fayard Yayınları) adlı eser, Fransız araştırmacı Guy Sorman’ın eseri. Eser ismini, 1826 yılında Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından Mısır’dan Fransa’ya Batı’yı incelemesi için gönderilen genç alim Rifaa Tahtavi’den alıyor.
Tahtavi‘‘İslam ile gelişme arasında senteze ulaşmak mümkündür. Küçük bir kaç şey dışında Kuran'da Müslümanlığın modernleşmesine karşı hiç bir şey yoktur’’ sonucuna varır. Bu tespitten yola çıkan SormanFas’tan Mısır’a, Endonezya’dan Türkiye’ye kadar geniş bir coğrafyada gerçekleştirdiği araştırmalar sonucunda kitabını kaleme alır.
2.Türkiye modeli mümkün mü?
İslam ve modernizm. 11 Eylül’den bu yana İslam, dünyada bir güvenlik konusu olarak gündeme girerken ‘Türkiye Modeli’, birçok çevre tarafından İslam’ın modernizmle uyumunu sağlayan örnek olarak kabul ediliyor. ABD Dışişleri Eski Bakanı Powell’ın, ‘‘Saddam sonrası Irak'a Türkiye model olacak’’ sözü de bu çerçevede ilginç bir sözdü.

3 Eylül 2013 Salı

Rahşan Ecevit'in babası Namık Zeki Aral

1.Sabetaycılık iddiası
Türkiye Yahudi Cemaati mensuplarından yazar Rifat Bali, ‘Devletin Yahudileri ve ‘Öteki’ Yahudi’adlı kitabında Sabetaycılık konusunu da ele alır. Bali, bu eserinde Türkiye’deki bazı ünlü kişilerin adını da Sabetaycı olarak zikreder. “Bu akıma inanan insanlar arasında bazı tanınmış kişilerin de adı geçmektedir: Rahşan Ecevit, İsmail Cem, Org. Çevik Bir, Kemal Derviş, Talat Sait Halman, Abdi İpekçi...” 
Evet Ben Selaniklim’ adlı eseriyle tarihe tanıklık eden Ilgaz Zorlu da yaptığı açıklamalarla Rahşan Ecevit ve babası Namık Zeki Aral’ın Sabetaycı olduğunu söyler. Buna göre Namık Zeki Aral’ın ailesi, 1924 Mübadelesi sırasında Giresun’un Şebinkarahisar bölgesine gelmiş ve Sabetaycılar’ın Yakubi cemaatine mensuptur.
Sabetaycılığın anahtar şahıslarından biri Ahmet Emin Yalman’dır… Namık Zeki Aral’ın kızı Rahşan Ecevit’in çok genç yaşlarda Ahmet Emin Yalman ile ilişki kurar. O sırada Vatan Gazetesi’nin sahibi Ahmet Emin Yalman’dır. Oğlu Tunç YalmanBülent Ecevit’in arkadaşıdır. Ve Tunç YalmanEcevit Ailesi’ne bazı tercüme işleri vermektedir.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Keşke bir derin devletimiz olsaydı

1.Büyük devletlerin ‘derin devlet’i

Rusya’nın istihbarat örgütü, Çin’in Komünist Partisi, Almanya’nın Anayasayı Koruma Teşkilatı, Hindistan’ın ordusu, devletin beynidir. Eğer bu ülkelerde bir ‘derin devlet’ arayacaksak, bu yapılara bakmamız gerekecektir.

Yetimhaneden Putin’i keşfeden de, Kenyalı Müslüman Barak (Burak) Hüseyin Obama’dan Hırıstiyan zenci bir ABD başkanı çıkaran da ‘derin devlet idraki’nin başarısıdır.

Kemal Tahir müthiş tanımlamasıyla ‘Kerim Devlet’ Osmanlı da bir ‘derin devlet idraki’ne sahipti. Rusya ve ABD derin devletlerinin bugünkü başarısını Osmanlı da vakti zamanında başarmıştı. Devşirme bir Sırp’tan Sokollu Mehmet Paşa gibi yönetim dehası bir Türk devlet adamını yetiştirmek, bu ‘derin devlet idraki’nin eseriydi.

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Artık rezidans da avm de caizdir!

1.Dersaadet başarısını ortaya çıkaran düşünce ‘kerim devlet

 İstanbul, dünya’nın en güzel şehridir…
İstanbul’u, İstanbul yapan sihirli formül tabiyat ve tarih dengesidir… Bizi büyüleyen atmosfer, bu iki özelliğin büyüleyici dengesidir.
Türk İstanbul’un adı: Dersaadet’tir.

Dersaadetİstanbul’un adlarından biri… Ama Dersaadet kelimesini, ortaya çıkaran düşünce, ‘kerim devlet’ olgusunun başarısıdır.
Dersaadet’i geçerli kılan ‘devlet’ kavramının zemin bulduğu yer ise, hiç şüphesiz İstanbul ve hususen Tarihi Yarımada’dır.
Roma, Bizans ve Osmanlı asırları boyunca, İstanbul’un idari merkezi Tarihi Yarımada olmuştur. Osmanlı idraki, şehre ait birçok unsuru, bütüncül bir bakışla yoğurmuş ve milli kültür içinde bir yerlere oturtmayı başarmıştır.  
2.Hafızalardaki İstanbul: İstanbul’un silueti
Hafızalardaki İstanbul, Tarihi Yarımada’dır… İstanbul’un silueti burada şekillenir. Bütün aklıselim düşünürler Yahya Kemal, Tanpınar, Peyami Safa, Çelik Gülersoy, Turgut Cansever ve İsmet Özelİstanbul’un silueti ile milli kimlik arasında doğrudan bir bağlantı kurarlar.
İstanbul’da Osmanlı’nın en etkileyici izi, hiç kuşkusuz, selatin camilerdir. Tarihi Yarımada’nın Osmanlı Sultanları tarafından yaptırılan büyük camileri, hafızalarımıza unutulmaz bir fotoğraf olarak İstanbul’un silueti’ni nakşetmiştir.
İstanbul’un silueti’nin mütemmim cüzleri selatin camilerin yanındaki padişah türbeleri ve seçkin mezarlarının bulunduğu hazirelerdir.  Bugün bu mezarlıklar, park ve meydanın ihmal edildiği modern İstanbul’a nefes veren mekanlardandır.
3.Dünyanın en güzel İstanbul’u Dersaadet’tir
Çelik Gülersoy ısrarla İstanbul’un silueti’nin önemini vurgular: “Bu durumda, tarihi yarımada içinde yapı yüksekliklerinin artışına gidilmesi kaçınılmazdır… Ama tarih karşısında sorumluluğu çok yüksek olan bir görev de, bu üçgen yarımadanın geri kalabilen kimliğinin, ne pahasına olursa olsun korunmasıdır. Bunun yolu siluetin korunmasından geçer. Önce kalın çizgiler çekilir. Bozdoğan Kemeri yörelerinden Sarayburnu’na kadar olan bölge kesin koruma altına alınır. İstanbul’u hala İstanbul yapan resim de budurTopkapı Sarayı’nın minyatür kuleleri ve kubbeleri ile uçtan başlayan bir çizgi, inip çıkarak, Ayasofya’nın, Sultanahmet Camii’nin minareleri ile semada bir desen oluşturur.”
İstanbul’un silueti, İstanbul’a yolu düşen yabancılar için de vazgeçilmez bir fotoğraftır. Mayer Mağazası sahiplerinden Georg Mayer, yaşadığı dönemle ilgili bilgiler içeren kitabında İstanbul’u özlemle yad etmektedir: “İstanbul’u seviyorum, sadece Ayasofya’dan ve Bizans surlarından, Sinan’ın camileri ve müzelerin ihtişamından dolayı değil. İstanbul’uBoğaz’daki eşsiz mevkiinden ve güneş batarken minarelerinin gölgesinden dolayı seviyorum… İstanbul, Türkiye’dir; Türkler için İstanbul, bir çok başkentten daha büyük ölçüde, ülkelerinin kalbidir.”
4.O insancıl atmosfer teknik gereklerle donatabilseydi
Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu “Evet eski İstanbul çok daha bizdendi, daha çok Şark ruhuna yakındı. Kendisine mahsus içli güzelliği bambaşkaydı” der.
Fakat Osmanlı aydını şu ya da bu gerekçeyle zamanın ruhunu yakalayamadı. Yakalayamadığı için de değişimin öncüsü olamadı. Çelik Gülersoy bunu şöyle dillendirir: “Eski İstanbul’un temel felsefesi, o insancıl ve yumuşak atmosferi, o zaman teknik gereklerle de donatabilseydi, bugün hem kişilikli, hem de sorunları daha az bir şehrimiz olabilecekti. Olmadı, çünkü olamazdı.”
Olamazdı çünkü değişimi sürüklemesi gereken aydınlar, değişimi başarılı bir şekilde yorumlayabilmiş değillerdi.
Türk mimari geleneği kendini yenileyemediği için 18. yüzyıldan itibaren, azınlık ve yabancı mimarlar, mimari eserlerimizi yapar hale gelmiştir.
Sivil mimaride ise artık apartman tek bir konut modeli olarak, topluma dayatılmıştır. Apartman yüzyılın başlarında boy göstermiş bir yapı cinsidir. Önce Şişli’de ve Nişantaşı’nda ortaya çıkar. 1930’lar ve 40’larda ise Cağaloğlu’nda yaygınlaşır.
Önceki dönemde Müslüman evi tahtadan, Rum ve Ermeni evi ise taş ve tuğladan yapılmıştır.
5.Felaketin habercisi ahşap evde ısrar
Aynı iklim kuşağında İtalya’da taş, tuğla evler yapılırken ve bunlarla tıklım tıklım sanat eserleri muhafaza edilirken, bizde, hele İstanbul’da durmadan ve ısrarla ahşap evler yapılıyor, bunlar da içinde kıymetli sanat eserleriyle yanıp mahvoluyordu. Malik Aksel, “Bugün Topkapı Sarayı olmasaydı, belki de dünya karşısında sanatsız bir millet olarak kalacaktık” diyerek kaygılarını belirtir.
Ahşap evde ısrar, aslında çözüm üretememenin sonucudur. Asrileşme mekanı şehirde apartman, ahşap evin çözümsüzlüğü kesinleştikten sonra batıcı zorunluluk olarak dayatıldı.
6.Hatime: müstakil ev, yani malikane kavramı olmadan aile kavramı oturmuyor
Artık Türkiye’de şehirde müstakil evi düşünmek bile yasaktır. Müstakil ev, yani malikane kavramı olmadan aile kavramı yerli yerine oturmuyor. Türk toplumunun bir evde oturma süresi ortalama 1,5 yıl… Bu durumu ancak Oktay Arayıcı’nın müthiş oyun ismiyle anlayabiliriz: ‘Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası.’ Türk toplumu seferi bir halde sürekli devinmekte, çoğunlukla da boşuna yorulmaktadır. Türk insanının yorgunluk hali, romanımızda da yer alır. Tanpınar’ın ‘Huzur’ ve Mustafa Miyasoğlu’nun ‘Kaybolmuş Günler’ romanlarında bu durum işlenir.
İnsanımızın bu boşuna devinmesinin sonucunda, yorgun, agresif ve sinirli bir yetişkin kitlesiyle karşı karşıyayız.

13 Ağustos 2013 Salı

Siyasal İslamcılık ve Siyasal Milliyetçilik niçin başaramıyor?

1.Giriş: Önce ‘Üç Tarz-ı Siyaset’i hatırlayalım…
Üç Tarz-ı Siyaset’; Yusuf Akçura’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde ortaya koyduğu bir çözümleme. 1904’te yayınlanan makale, imparatorluğun önündeki seçeneklerin Osmanlıcılık, Panislamizm ve Türk Milliyetçiliği olduğunu söyler. Osmanlıcılık öldü. Bugün bize hiçbir sorunu çözme şansı vermeyen Siyasal İslamcılık ve Siyasal Milliyetçilik ise hayatımızı karartmaya devam ediyor. 100 yıl öncesinde olduğu gibi. Siyasal İslamcılık ve Siyasal Milliyetçilik’in niçin başaramadığını anlatmaya çalışacağız. Önce Siyasal İslamcılık’ın niçin başaramadığını anlatalım.
2.Siyasal İslamcılık niçin başaramıyor? 
Öncelikle Siyasal İslamcılık’la İslam’ı karıştırmayalım… İslam; kıyamete kadar kalıcı vahiy kaynaklı din ve hayat nizamı. İslamcılık 100 yıl önce doğan bir proje… Siyasal İslamcılık ise iktidar odaklı pragmatik bir arayış…
Eğer İslam’la İslamcılık’ı karıştırma sorununuz varsa bu yazıyı okumayın. Başka yazarlara gidin, onları okuyun
Türkiye’deki İslamcılık siyasi yelpazede Muhafazakarlık’ın karşılığı değil, Liberalizm’in karşılığı. İslamcılık; resmi söylemde ‘Muhafazakar Demokrat’ tanımını kullansa bile, gerçekte Muhafazakarlık kavramını benimsemiyor, hatta onu ‘Sağcılık’ olarak nitelendirip dalga geçiyor.

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Fatih-Harbiye çatışması Taksim'de devam ediyor

1.Taksim’i ele geçirmek!
Bugün İstanbul’un merkezi Sultanahmet Meydanı değil, Taksim Meydanı… Artık egemenliğin göstergesi, Taksim’i ele geçirmekten geçiyor.
Sol hak etmediği üstünlüğü, Tekelci Sermaye’nin emrindeki kültür endüstrisinin imkanlarıyla sürdürüyor. Sağ, ‘kuru kalkınmacılık’ın yol açtığı kültürel ve çevre kırımını görmemekte direniyor.  
Taksim Gezi Parkı yerine Sağ’ın önerdiği Topçu Kışlası’ndan Opera Binası’na, Ahmet Vefik Alp’in tasarladığı camiye ve cami altına düşünülen Yahudilik, Hırıstiyanlık ve İslamiyet müzeleri’ne kadar bütün unsurlar gelenekten kopuk, tartışılması gereken ve günübirlik projelerden oluşuyor. Mimar Mühendisler Grubu’nun bu konulardaki uyarıları önemli.
Sağ, milli kültür odaklı bir kültür tasarımı ortaya koyamıyor. Sancımızın temeli bu.
2.Fatih-Harbiye romanı bir çatışmayı mekan merkezli olarak önümüze serer
Türk Romanı, başlangıçtan bugüne bir çatışma romanıdır. Edebiyatımızda bu çatışmanın izleri hala devam ediyor. Sonraki dönemde Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye romanı bu çatışmayı mekan merkezli olarak önümüze serer. Eski şehrin piyasa yapılan, eğlenilen merkezi yani bugünün Taksim’i, Fatih’ten Sultanahmet Meydanı’na kadar uzanan hayat alanı idi.
Üniversite, basın kuruluşları, yayınevleri bu hattın etrafında konuşlanmıştı. Kahvehaneler, bu hattın sohbet mekanlarıydı. Yahya Kemal’den Mehmet Akif’e, Ziya Gökalp’e, Neyzen Tevfik’e bu mekanlar entelektüellerin fikir ürettiği yerlerdi. (Cem Sökmen’in araştırması ‘Aydınların İletişim Ortamı Olarak Eski İstanbul Kahvehaneleri’ bu konuda önemli bir kaynaktır.)

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Cenaze yaka fotoğrafları koleksiyoncusu Mustafa Sarıgül

1.Türkiye’de siyaset düğün ve cenaze etkinlikleriyle hayat buluyor
İnternetin komik haber sitesi ZaytungMustafa Sarıgül’ü anlatırken, onun ‘cenaze yaka fotoğrafları koleksiyonu’ yaptığını söyler. Türkiye’de siyaset düğün ve cenaze etkinlikleriyle realize oluyor. Sağda bu işin piri Başbakan Erdoğan, solda ise Mustafa Sarıgül… Sarıgül’ün kolay kolay cenaze töreni kaçırdığı görülmemiştir. Tabii burada saha avantajı da önemli. Üstseçkinlerin cenaze mahfili Teşvikiye Camii, Şişli’de Sarıgül’ün sınırları içinde. Sarıgül saha avantajını hep değerlendirmiştir. 
2.Aylin Kotil niçin yürüyor?
Seçim barajının düşürülmesi öncelikli olarak BDP’nin sorunu. Eli silahlı PKK’nın elde ettiği kazanımları, sivil siyaset bir türlü artıya çeviremiyor.
Aylin Kotil, Mustafa Sarıgül’ün eski eşi ve İstanbul Eski Belediye Başkanı Aytekin Kotil’in yeğeni. İstanbul’dan Ankara’ya yürüdü. Yürüyüş gerekçesi seçim barajının düşürülmesi.
Aylin Kotil’in yürüyüş gerekçesini düşünüyorum. Somut bir neden bulamıyorum. CHP Genel Merkezi’nin Aylin Kotil’in yürüyüşüne destek vermesinden, eylemin Sarıgül karşıtı cephenin bir hamlesi olduğunu anlıyorum.
Mustafa Sarıgül, sürekli gündemde olan bir siyasi aktör… Öyleyse Sarıgül’ü yakından tanımamız şart olmuştur.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Yeniden 'Biz ve Onlar' yalanı

1.‘Biz’ kim ‘Onlar’ kim?
Bugün batıcı cephenin karargahı ne CHP ne de ordu… Batıcı cephenin karargahı artık TÜSİAD’tır. Yakın zamana kadar Ak Parti iktidarının yanında olan TÜSİAD şimdi karşısında. Taksim Gezi Parkı eylemleri TÜSİAD koordinatörlüğünde yürütülüyor. Eylemler, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na odaklanmış vaziyette.
Tabii TÜSİAD deyince gariban sütçü Muharrem Yılmaz’ı değil, asıl babaları hatırlamak gerekir: Koç, Sabancı, Eczacıbaşı…
Bu sıralamayı görünce Türk Siyaseti’nin ‘Biz ve Onlar’ denkleminin nasıl bir yalan üzerine oturduğunu görürüz. Tarihe dikkatle bakınca önce biz’den olanların zamanla nasıl onlar’a dönüştüğünü görürüz.
2.Geçmişe bakalım, geleceği görelim
Pratikten hareket edelim. Atatürk döneminde Ankara’nın orta boy bir bakkalı olan Koç, devlet eliyle işbirlikçi İstanbul sermayesine karşı biz’den bir işadamı haline getirildi.
Aynı şekilde Eczacıbaşı, ecnebi liman burjuvazisine karşı yerlici bir sermaye olarak de let tarafından desteklendi.
DP ve AP iktidarları, Koç ve Eczacıbaşı’na karşı Sabancı’yı, Boyner’i destekledi.
Özal, Sabancı desteği yanında kendi dar sermaye grubunu yarattı.
Eczacıbaşı’na karşı Özal’ın has adamı Halis Toprak’tı.
Korkut Özal’ın ortağı Hüseyin Bayraktar ve Kentbank’ın sahibi Mustafa Süzer diğer adamlarıydı.
28 Şubat 1997 süreciyle görüldü ki, ‘bizim sermayemiz’ diye milletin imkanlarını hizmetine sunduğumuz sermaye grupları onlar’ın safında yer aldı. 1997’de Refah Partisi, 2002’de MHP tasfiye edilirken bu sermaye grupları onlar’ın finansörlüğünü yaptılar.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Hüsamettin'in koordinatları

Türkiye yeni bir konsepte geçiyor. Yaşadıklarımız bu değişimin sancıları. Lozan ve NATO’dan sonra Baldıran Konsepti’ne geçiyoruz. Artık Leyla Zana’nın “Silah Kürdün sigortasıdır” sözünü hepimiz kabul ettik.
Değişim bununla sınırlı değil. İstanbul başta olmak üzere medyanın ve finansın da yeniden tasarımı yapılıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi yeni değişimin anahtarı.
Siyaset, Gezi Parkı odaklı olarak bunun için gergin.
Artık batıcı muhalefetin merkezi ne CHP ne de ordu… Yeni merkez TÜSİAD…
TÜSİAD’ın menajeri ise Hüsamettin Özkan…
Biz bu yazıda Hüsamettin Özkan’ın koordinatlarını çözmeye çalışacağız. 
1.Önce ağabey Necdet Özkan’dan başlayalım
Hüsamettin Özkan iş hayatına ağabeyi Necdet Özkan’ın yanında başlar. Uzun süre yap-satçılıkla uğraşır. Bir müteahhit olarak İstanbul’un çeşitli semtlerinde binalar yapar. Ağabeyi, 1983’te, Bayrampaşa ilçesinde belediye başkanı olunca şirketteki işlerin ağırlığı Hüsamettin Özkan’ın üzerine kalır.
Necdet Özkan, 1977’de İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil’in yardımcısıdır. Necdet Özkan, CHP saflarında aktif politika yaparken, Hüsamettin Özkan, politikanın dışında kalır. Sadece bir kez 1970 yılında İstanbul delegesi olur. Ağabeyiyle aralarında sessiz bir anlaşma vardır, Hüsamettin Özkan’a düşen ticarettir.
Hüsamettin Özkan, işten arta kalan zamanını futbolla doldurur. Dansın yerini futbol almıştır artık. Beşiktaş tutkunu olan Hüsamettin, hemen her cumartesi, arkadaşlarıyla futbol oynar.

10 Temmuz 2013 Çarşamba

İki komplo bir suikast!

1.Giriş: Paranoyak olmayan şerefsizdir!
Bir gazeteci, düşünürümüz İsmet Özel’le söyleşi yapıyor… Özel’in sözleri karşısında gazeteci panikliyor: “Ama bu sözleriniz bir paranoya! Siz paranoyak mısınız?
Özel’in sözleri tarihi öneme sahip: “Bu şartlarda paranoyak olmayan şerefsizdir!
Hala o şartlardayız. Paranoyak ithamının ilk belirtisi şüpheyi kaybedersek, kimliğimizi ve kişiliğimizi kaybedeceğiz.
Bilgi bombardımanı bizi bilgisizleştirmek için yapılıyor. Eğer hafızaya, arşive yaslanmazsak, medya bizi nesneleştirecek. 
2.Hüsamettin Özkan’ın dayısı Necati Kurmel
Necati Kurmel, Kayseri’deki Saray Halı fabrikasının sahibi… Kurmel’in öne çıkan özelliği, iktidar arayışlarında organizatör bir kişilik olması. Bu özelliği ile eski merkez sol ile eski merkez sağın ortak paydası gibi bir isim.
Kurmel de Süleyman Demirel’den Rahmi Koç’a oyun kurucu ‘derin siyaset’in aktörlerinden biri. Yeni siyaset tasarımlarında Kurmel’in adı hep geçmiştir.
Proje adamı Necati Kurmel’in belki de ilk somut eseri yeğeni Hüsamettin Özkan’ın politik bir tasarım olarak varlığı. 
Önce iki komployu hatırlayalım
Siyasi projelerle siyasi komplolar tarih boyunca iç içe olmuştur.

3 Temmuz 2013 Çarşamba

İkinci Hüsamettin Vak'ası

1.Şeref Malkoç: Bugün Erdoğan’a yapılan daha önce Bahçeli’ye yapılmıştı
Şeref Malkoç, Saadet ve Has Parti’de görev alan bir siyasetçi. Şimdi Has Parti’nin katılımı dolayısıyla Ak Parti’de. Gezi Parkı olayları üzerine başlayan turuncu eylemler üzerine, “Bugün Erdoğan’a yapılan daha önce Bahçeli’ye yapılmıştı” dedi.
Bu millici bakış, Türkiye’nin ecnebi medyası tarafından doğal olarak es geçildi. Şaşırmıyoruz. Çünkü bu medya tasarımı bugünler için oluşturulmuş.
Gezi Parkı olaylarından önce yazdık. Türk Siyaseti’nde dananın kuyruğu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde kopacak. Bunu biz biliyorsak siyasetin duayenleri de her halde biliyordur.
Siyasetin yeni denklemi İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu Mustafa Sarıgül’ün CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adaylığına Hüsamettin Özkan ikna ediyor.
Hüsamettin Özkan dışında Kılıçdaroğlu’nu ikna etme konusunda Cemaat’in de devreye sokulduğu iddia ediliyor.
Ve buna göre de Mustafa Sarıgül’ün CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adaylığına kesin gözüyle bakılıyor.

26 Haziran 2013 Çarşamba

Baldıran Konsepti

1.Kendisi olabilen ülke: Almanya
Almanya’nın en büyük nüfuslu şehri başkent Berlin’de 4 milyon kişi yaşıyor… Almanya’nın nüfusu Türkiye’den fazla… Almanya nüfusunu yönetebilmiş bir ülke. İki dünya savaşına rağmen, kendisi olabilmek büyük başarı…
Akademi ve yerli aydın varsa, toplumlar kendisi olabiliyor.
2.İstanbul’u yönlendirilemiyor
Bilimi esas almayınca, rantiye bize akıl veriyor.
Anadoluİstanbul’a entegre olamamış bir coğrafya. Türkiye, bütün birikimini İstanbul’a ve Marmara Bölgesi’ne harcıyor. Müteahhitlere kara haberi Şehircilik Bakanı veriyor. Bakan, ‘İstanbul bitti’ diyor, müteahhitlere Bursa ve İzmir’i öneriyor.
15 yılda 9 milyonluk İstanbul, 18 milyona çıkarıldı.
Turgut Cansever, Teoman Duralı, Durmuş Hocaoğlu ve Sadettin Ökten bu toplumun bilgeleri değil, meczupları yerine konuldu.
İstanbul artık yönetilemez ve yönlendirilemez hale geldi.
Sağ, bütün bu kör ve kısır rant sürecine itiraz etmedi. Taksim Gezi Parkı eylemleri, bu sürecin bir sonucu.

19 Haziran 2013 Çarşamba

Doğal şüpheli Melih Gökçek

Mustafa Sarıgül ve Hüsamettin Özkan’la ilgili iki ayrı yazı kaleme alıp, ‘acaba hangisini daha önce yayınlasam’ diye düşünüyordum. Sincan provokasyonu üzerine, Melih Gökçek yazısını yazmak vacip oldu.

1.Sincan Mitingi’nde MHP Bayrakları
Sincan Mitingi’ni televizyondan takip ediyorum. Miting alanında MHP bayraklarını görünce bunun ‘ne demek’ olduğunu düşünüyorum.
Bu politik komplonun kimin tezgahı olabileceğini bulmak zor değil. Geçmiş vukuatlarından biliyoruz. Doğal şüpheli tabii ki, Melih Gökçek. Kürsüde konuşan Başbakan Erdoğan’ın arkasında ekranlara Gökçek geliyor. Gökçek’in el, kol hareketleri canlı yayında ekrana yansıyor. En son başını “okey” anlamında sallıyor.
Başbakan Erdoğan, miting meydanında MHP bayraklı provokasyon grubuna teşekkür ediyor.
Sonradan basına yansıyan bilgiler daha da vahim. Erdoğan, MHP bayraklarıyla miting alanında karşılaşmıyor. Miting öncesi, ilk karşılama sırasında provokasyon ekibini görüyor. Ne yazık ki, Erdoğan buna itiraz etmiyor.
Sincan Mitingi’nde MHP bayrakları açmanın, Sincan’da tank yürütmekten farkı yok.
Tanklar bu sefer MHP’nin üstüne yürütülüyor.
Komutanları Gökçek.

11 Haziran 2013 Salı

Üç şey gizlenmez: aşk, öksürük ve nakit!

1.Giriş: hedef ikili siyasi yapı
Türkiye’deki çok partili siyaset yapısı; emperyalizmin müdahalesini zorlaştırıyor.
DP-CHP / Menderes-İnönü arasında kurulan ikili seçenek ise çatışmacılığı sonuna kadar götürmeyi makul kılıyor. İkili çatışma değişmenin evrensel yöntemi ‘tez x anti-tez: sentez’ formülünü de unutturuyor.  
Şimdi istenen Ak Parti-CHP / Erdoğan-Kılıçdaroğlu ikili siyasi yapısıdır.
Bu ikili yapının temel çatışma noktası ‘mezhep ayrımcılığı’dır.
2. Mehmet Altan: Burası NATO toprağıdır!
Mehmet Altan, ‘Ergenekon Davası’ sırasında kendisine saf saf sorular soran bir muhabire yıllar önce Türk Siyaseti’nin oturduğu temel paradigmayı söylemişti. “Burası NATO toprağıdır” diyordu Altan, “Burada iktidarı, NATO belirler.”
Buranın gerçekten ‘NATO toprağı’ olduğunu, ülkemizde kafasına göre konuşlanan patriot füzelerinden anlamamız gerekiyor.

5 Haziran 2013 Çarşamba

İstanbul Meydan Savaşı daha yeni başlıyor

Türkiye’de sınıfları işçi, köylü, burjuvazi diye Batı’daki gibi sınıflandıramıyoruz. Bizde Eski Bürokrasi (CHP), Anadolu Sermayesi (Ak Parti), Yeni Bürokrasi (MHP) ve Kürt Burjuvazisi (BDP) olarak sıralayabiliriz. Bu sınıf değil ama sınıfsal ayrımın partileri, Muhafazakarlık, Liberalizm, Sosyal Demokrasi ve Sosyalizm’e değil, Batıcılık, İslamcılık, Türk Milliyetçiliği ve Kürt Milliyetçiliği’ni benimserler. Bu tasarım çözümsüzlük üretir.
Türkiye’nin asıl gücünü bu partiler ve ideolojiler değil, hangi partinin yanına yaklaşsa onu iktidara taşıyan sermaye ve medya gücü Tekelci Sermaye (TÜSİAD) belirler.
1.Bir önceki seçim Kılıçdaroğlu yüzde 40, Kadir Topbaş yüzde 45
Ak Parti ve Başbakan Erdoğan karşıtı cephenin en büyük sınavı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini kazanıp kazanamamasında. Cumhurbaşkanlığı, Anayasa ve Genel Seçim’in kaderi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı düğümüne bağlı.
Bir önceki seçimde Kılıçdaroğlu ile Kadir Topbaş arasındaki oy farkı sadece yüzde 5 idi.

28 Mayıs 2013 Salı

Niçin bu kadar yorgunuz?

1.Mümtaz’dan Beşir Güner’e yorgunluk psikolojisi
Önce Mustafa Miyasoğlu’nun ‘Kaybolmuş Günler’ romanında, roman kahramanı Beşir Güner’in ağzından duymuştum, şehir insanının yorgunluk halini.
Kaybolmuş Günler’i okuduğumda ben de Beşir Güner’le aynı yaşlardaydım. Sadece kendimde var sandığım bu yorgunluk psikolojisini, Beşir Güner’den duymak beni şaşırtmıştı. Sonra aynı ruh haline Tanpınar’ın şaheseri ‘Huzur’da tesadüf ettim.
2.Türk hekimlerini çok yorgun buldum!
Bu sıra çoktandır benden uzak olan bu yorgunluk halini, Türk hekimlerine iyice sirayet etmiş gördüm.
Geçen hafta iki doktora işim düştü. Doktorlar konuşmadan reçeteye sarıldı. Ağızlarından şikayetlerimle ilgili birkaç lafı cımbızla almaya çalıştım. Doktorlar konuşmuyordu, yorgundu. Gözlükçüde sıramı beklerken, bir bayan da aynı durumdan şikayet etti. Gözlükçünün söylediğine göre ‘Tam Gün Yasası’ndan şikayetçilermiş.
Bu yorgun doktorlar, ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’nin eseri. Dar akademik kadro, az öğrenci kontenjanı, neticede binlerce doktor açığı.  Adam kendini Pastör’den, Freud’dan, Behçet Uz’dan daha değerli görüyor.

21 Mayıs 2013 Salı

Abdülhamit, Atatürk ve Menderes'in dişçisi Sami Günzberg

Günzberg’in hayatında sağcı ve solcu bütün yakın tarih tezlerini çürütecek karmaşık ilişkiler var. Hepimiz bu ilişkilerden kendi ilgilerimize göre uygun sonuçlar çıkarabilirsiniz.
Öyleyse buyurun Günzberg’i yakından incelemeye…
1.Dişçibaşı’nın abartılı çevresi
DişçibaşıOsmanlı Sarayı’nda bir sıfat… Dişçibaşı Sami Günzberg, Cumhuriyet öncesinde Abdülhamit ve Vahdettin Han’ın, Cumhuriyet sonrasında ise Atatürk, İsmet Paşa, Celal Bayar ve Adnan Menderes’in dişçisi. Ayrıca Osmanlı dönemi sadrazamlarından Mahmut Şevket Paşa ile Cumhuriyet döneminde TBMM Başkanı Refik Koraltan’ın ve Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım’ın da dişçisi. GünzbergMenderes dönemi Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’un dostları arasında. 
Dönemler değişir, Dişçibaşı Günzberg’in yeri değişmez. O devlet büyüklerine diş tedavisi yapmakla kalmaz, 70 sene Türk siyasi hayatında etkin rol oynar.
Demokrat Parti döneminde yurtdışından kredi sağlamak için Celal Bayar’la birlikte çalışır.
Kendisi de üstseçkin ilişkiler içinde olan Münevver AyaşlıGünzberg’in, “iç ve dış siyasetimizin kulislerinde oynanan bütün oyunlarını ve oyuncularını” bildiğini söyler.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Dört Tarz-ı Siyaset'in iflası

Giriş: Bir yanlış çözümleme: ‘Üç Tarz-ı Siyaset’
Üç Tarz-ı Siyaset’; Yusuf Akçura’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde ortaya koyduğu bir çözümleme. 1904’te yayınlanan makale, imparatorluğun önündeki seçeneklerin Osmanlıcılık, İslamcılık ve Milliyetçilik olduğunu söyler. İmparatorluk yıkılınca Osmanlıcılık ölür.
Akçura, tarihi doğru okuyamaz. Akçura’nın hiç söz etmediği Batıcılık, Türkiye’nin katalizör toplum kesimi Bürokrasi’nin temel eğilimi olur. Ve 100 yıla damgasını vurur. Yüzyılın sonunda yanlış tasarımın sonucu olarak önümüzde dördüncü seçenek olarak da Siyasal Kürtçülük çıkar.
Eğer Akçura’yı değil de Talat Paşa’yı dinleseydik, bugün bizim de çözüm üretebileceğimiz Muhafazakarlık, Liberalizm, Sosyal Demokrasi ve Sosyalizm gibi siyasi anlayışlarımız olurdu. Dört büyük partimizin her biri bu akımlardan birini tercih eder, buna göre hizmet üretirlerdi.
1.Muhafazakarlık: aile, gelenek, din
Muhafazakarlık’ta esas olan inşadır, ihyadır, devamlılıktır. Muhafazakarlık, toplumun aile, gelenek ve din gibi değerlerini temel alır. Aşamalı bir değişimi savunur. Siyaseti, değerleri sarsmayacak bir çerçeve içinde gören bir düşünce stili, bir fikir geleneği ve bir siyasi ideolojidir. (Özipek)
Ancak zamanla Muhafazakarlık’ın değerleri koruma içgüdüsü toplumun elini ayağını bağlar. Gelenekler kabuklaşır, özden uzaklaşır. Muhafazakarlık değişerek devam edemeyince hayat dışı kalır.

7 Mayıs 2013 Salı

Siyaseti kurtaran adam: Kamer Genç

Kamer Genç, Alevi kökenli Tunceli Milletvekili… Genç, 12 Eylül 1980 sonrası kurulan Danışma Meclisi’nden bu yana milletvekilliğini ‘meslek’ olarak sürdürüyor.
1.Siyasi yelpazenin tasarımı
Türkiye’de ideolojik-siyasi yelpazeyi tasarlayanlar, İslamcı x Batıcı-Laik çatışma denklemini siyasetimizin merkezine oturtmuşlar.
Bu denklem; mason-Bektaşi İsmail Hüsrev Tökin’in yıllar yıllar önce söylediği bir hakikatin dışavurumu gibidir. Tökin, ‘Türkiye’de fiili derebeylik sistemi vardır. Nakşibendi ve Bektaşi yapıları derebeylik sistemi gibi çalışır’ demişti.
Öte yandan PKK-BDP cephesinin içtimai bir tercih olarak şekillenmesi de  karşısına doğal olarak MHP’yi çıkardı.
Neticede siyasetin tasarlanmış yapısı Ak Parti x CHP; BDP x MHP arasındaki gerilim üzerine oturuyor.
2.Tasarım nerede aksadı?
PKK-BDP cephesinin 2012 yazında hızlanan katliamları, Türkiye kamuoyunu terör karşısında yılgınlığa uğrattı. Barış Süreci, bu yılgınlığın eseri olarak şekillendi.
Barış Süreci ve Anayasa çalışmaları Ak Parti ile BDP’yi ittifak yapar hale getirdi. Tasarlanmış yelpazede BDP karşıtlığına konuşlanan MHPCHP’nin yerine Ak Parti karşıtı olarak öne çıktı.
MHP oylarında yüzde 20-22’lik sıçramanın sebebi, bu ‘ana muhalefet artısı’ndan geliyor.