Giriş: siyasetin görünmeyen yasalarına bir girizgah
Bilginin dikey ve yatay gelişimine rağmen Türkiye Siyaseti hala dar kadrocu siyaset mantığı ile yürütülüyor. Biz bu yazıda ‘Siyasetimizin görünmeyen yasaları’nı tespit etmeye çalıştık.
1.Sınıf ve inanç çatışması yok, Yeni Sınıf’ın oyunları var
Siyasetçi esnafı mesleksizdir. Mesleksizler kendilerini ‘serbest meslek’ adı altında tanımlar. Siyasetteki mesleksizler zamanla semirip kendi toplum kesiminin Yeni Sınıf’ı (nomenklatura-Boğaz’daki Aşiret) olurlar.
Yeni Sınıf, aslında sınıf değil, klandır.
TİP’in Çerkes kökenli toprak ağası-milletvekili Yaşar Kanpolat, anılarında Boğaz’daki Aşiret’ten Nihat Sargın’ın partiye nasıl sızdığını anlatır. TİP milletvekili olarak Çetin Altan’ı, senatör olarak da Kemal Derviş’in kuzeni Fatma Hikmet İşmen’i seçtirir. İkisi de paşazadedir, Yeni Sınıf mensubudur.
Türkiye’de sınıf ve inanç çatışması yoktur… Olmayan çatışmanın uzlaşması da yoktur. Batı bir büyük uzlaşmanın adıdır. Sınıf ve inanç çatışmasını kazanan da uzlaşmak zorundadır.
Eski Bürokrasi, Tekelci Sermaye, Anadolu Sermayesi, Yeni Bürokrasi ve Kürt Burjuvazisi hepsi görüntü… Hepimiz, kendi toplum kesimimizin Yeni Sınıf’ını, ihya ile meşgulüz.
Eski Bürokrasi, Deniz Baykal’la ‘laiklik elden gidiyor’ diyerek içe kapanıyordu. Kılıçdaroğlu, Tekelci Sermaye’nin tasarımıyla dışa açılmaya çalışıyor. Ak Parti tekelini İstanbul’da Mustafa Sarıgül, Ankara’da Mansur Yavaş’la kırmaya çalışıyor.
Tekelci Sermaye’nin toplumsal zemini yok ama siyasi partisi var. Türkiye ilginç bir ülke.
2.Biz ve onlar yalanı
Anadolu’da Selçuklu’dan bu yana hoşgörülü birlikte yaşama biçimi kuruludur. Ancak bugün bu birlikte yaşama bilinci, ‘biz ve onlar çatışması’ içinde yok edilmektedir.
Bütün siyasi kesimler, kendine göre bir ‘öteki’ yaratır. Yeni Sınıf’ın ihyası için çatışma şarttır.
Demokrat Parti’nin ‘Vatan Cephesi’ ve 28 Şubat STK eylemleri ‘biz ve onlar yalanı’nın en açık tabana yayılma örnekleridir.
Oysa oyun başkadır. Giden de gelen de aynı şebekenin adamıdır.
Menderes’in Devlet bakanlarından biri Osman Kapani’dir. 27 Mayıs 1960’dan sonra yapılan anayasanın mimarı ise Münci Kapani’dir. Kapani aynı zamanda Kurucu Meclis Milli Birlik Komitesi Temsilcisi’dir.
Giden de Kapani’dir gelen de…
‘Biz ve onlar’ daima iç mağduriyetler doğurur.
Nikaragua’nın devrimci Devlet Başkanı Daniel Ortega üvey kızı Zoilamérica Narváez’e yıllarca tecavüz eder. Üvey kızını yıllarca, “sakın kimseye bir şey söyleme, yoksa devrim tehlikeye girer” diye susturur.
Ara başlık: her dış savaş, aynı zamanda bir iç savaştır!
‘Biz ve onlar yalanı’ sürekli olarak baş düşman ve diğer dış düşmanlar yani onlarla çatışmayı zorunlu kılar. Oysa her dış savaş aynı zamanda bir iç savaştır ve ‘yurt’ta demokrasi, örgüt’te otoriter yapı’ maddesini sürekli olarak tahkim eder.
Politik karşılığını en net olarak Deniz Baykal CHP’sinde ‘hizip’in parti yönetmesi şeklinde görülür. Hizip, CHP’nin Yeni Sınıf’ı, nomenklatura’sıdır. Ve Laiklik sürekli olarak tehdit altındadır!
3.Finalite hastalığı
Dar kadrocu Yeni Sınıf’ın yönetim anlayışının bir diğer temel argümanı ‘finalite hastalığı’dır. Siyaset her zaman finalite havasında götürülerek, insan iradesi yok edilir. Her seçim bir ‘Yeniden Kurtuluş Savaşı’ havasında, bir ‘var oluş-yok oluş’ denklemi içinde yürütülür.
Şüphesiz her süreç önemlidir ama ‘var oluş-yok oluş’ değildir. Öyle olsaydı CHP’ye göre 1950 seçimi ‘var oluş-yok oluş’ seçimiydi. Türkiye yok olmadı, CHP hayatla, realiteyle karşılaştı.
4.Yurt’ta demokrasi, örgüt’te otoriter yapı
Yeni Sınıf’ın siyasette temel argümanlardan biri ‘yurt’ta demokrasi, örgüt’te otoriter yapı’dır.
Siyasi parti, dini cemaat, spor kulübü veya bölücü çizgi akımlarının hepsi Devlet’te karşı demokrasi söylemiyle hayat alanını genişletirken, kendi içinde anti-demokratik hiyerarşik bir yapı inşa eder.
Parti ya da örgüt içi hak arama, demokrasi talebi, ön seçim, örgüt içi eleştirinin siyasi karşılığı ihanetle itham edilmektir.
Rahşan Ecevit DSP’sinde bu eğilimin karikatürünü görürüz. DSP’de “örgüt ne der” sorusunun cevabı, ‘Rahşan Ecevit ne buyuruyor’ demektir.
Ara başlık: birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için yalanı
‘Üç Silahşörlar’, Aleksadre Dumas’ın bir romanı… ‘Üç Silahşörler’de
Fransa Kralı’nı devirmeye kalkışan Kardinal Richelieu kötü adamdır... Krallık Muhafız Birliği silahşörlerinden Athos, Porthos, Aramis’e dördüncü silahşör d’Artagnan’ın da katılmasıyla, Kardinal’in adamları için zor günler başlar.
Üç Silahşörler’in unutulmaz sözü işte bu şartlarda doğar: “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!”
Fransız İhtilali döneminde burjuvazi; eski yapı: kral, feodalite ve kilise’nin tasfiyesinde işçileri ve köylüleri kullanmak için ‘birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için’ yalanına benzer yalanlar söyler. ‘Hürriyet, eşitlik, kardeşlik’ gibi.
‘Birimiz hepimiz’ söylemi, her ideolojik kesimde, ‘hepimiz birimiz için’ şeklinde tecelli eder. Her toplum kesimi, ‘hepimiz’ adına kendi zenginlerini Yeni Sınıf’ını yaratır.
5.Hukuk yok, guguk vardır
Hiçbir örgüt yapısında hukuk esas alınmaz. Yeni Sınıf, temel postüla’yı soyutladığı için hukuka hayat hakkı tanımaz.
Bazı dini yapılarda bir derinlik alanı olan tasavvuf bile fıkıh dışı anlam oluşturmak için araç olarak kullanılır. Böylece hem yürürlükteki hukuktan kaçılır, hem İslam Hukuku’ndan. Tanpınar, “Fıkıh, insanın hürriyeti üzerinde ısrar eder” buyurur. Bazı dini yapılar, insanın hürriyetini sıfırlar, fıkıh’tan ısrarla kaçarlar.
Siyasi partilerde hukuk yok edilmek için vardır. Dava idealizmi, fikrin iman gibi algılanmasına yol açar. Hukuktan kaçmak için retorik sofistike edilir.
Sofistike olan, hukuksuz kalır. Hukuksuz her yapıda insan hakları ihlali yani tecavüz kaçınılmazdır.
Düşünürümüz Şahin Uçar, ‘Tarih Felsefesi’ kitabında ahlak-hukuk ilişkisinin altını çizer. Uçar, hukuk’un temeline ahlak’ı oturtur.
Dünya’da en fazla kanun ve mevzuat Türkiye’de vardır. Her suça göre kişinin gücü oranında kanun maddesi seçilir. Yargılama buna göre yapılır. Bunun adı hukuksuzluktur.
Menderes, Bölükbaşı’nı milletvekili seçti diye hukuk tanımaz, Kırşehir’i ilçe yapar. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra da darbeciler hukuk tanımaz. Bu sefer, hukuk Menderes’e de lazım olur.
Darbeciler, darbeden sonra hukuki boşluğun farkına varırlar ve ‘darbe mevzuatı’ adıyla hukuk oluşturmaya kalkışırlar.
6.Sürekli değişen ‘baş düşman’ tanımı
Yeni Sınıf mantığının siyasete yansıdığı temel argümanlardan biri ‘baş düşman’ tanımlamasıdır. ‘Baş düşman’, ‘Biz ve onlar’ yalanının alt maddelerinden biridir.
Dünün ‘baş düşman’ı bugün dost olabilir.
Dün dost olanlar bir anda düşman olabilir ve taraflar bizden kendilerini haklı bulmamız için geleneksel ‘mağduriyet’ söylemine sarılır.
Siyasi parti, dini cemaat ve bölücü akımların hepsi Türkiye Siyaseti’nin genel yanlışı ‘baş düşman’ı devam ettirir.
Şimdilerde anket moda. Güneydoğu’da sormuşlar ‘Barış Süreci’nin düşmanları kimlerdir?’ diye. Yüzde 47 ile ‘baş düşman’ Ülkücüler çıkmış. Faili meçhulcü ‘Derin Devlet’ yapılanmaları bile ancak ikinci sırada yer alabilmiş. Esenyurt’ta Cengiz Akyıldız’ı öldüren Kürt aile terörü de herhalde bu bakışın bir sonucu. ‘Bizim çocuklarla kavga ederseniz alayınızı öldürürüz, uzun namlulu silah, tabanca, bıçak Allah ne verdiyse!’
7.Bizden öncekiler haindir ya da enkaz devraldık
Abdülhamit’i yıkanlar, Yıldız Evrakı’nı tasfiyeyle işe başlar. Eski yönetimin hatalarını açıklayacakları yerde önemli bir kısmını yakarlar.
Sonra Atatürk’ün Çankaya Arşivi’nden Anıtkabir imza defterlerine, her şey talan edilir. 12 Eylül yönetimi, CHP Arşivi’ni yok eder. En son AA Arşivi Milli Kütüphane deposunda görülür. Kütüphaneciler de arşivi hurdaya verir. Yeni Sınıf, sadece bilgi değil, aynı zamanda belge düşmanıdır.
Türkiye’de her siyasi yapı içinde emaneti devralanlar, “Enkaz devraldık” der. Öncekiler hep kötüdür. Öncekiler Sol’da oportünist, Sağ’da ‘vatan haini’dir.
8.Hatime: Altın’ı olmayanlar kuralı koyar, altın’ı alırlar!
Ekonominin altın kuralı ikidir. Birincisi altın’ı olan kuralı koyar, ikincisi kuralı koyan altın’ı alır.
Biz ve onlar çatışması sonucunda bazılarının elinde ‘biz’ adına önemli miktarda servet birikir. Bu servet önce bizim adımıza vakıf-şirket yapısına dönüştürülür. İşler yolunda giderken, Yeni Sınıf ne yapar eder bu birikimi iç eder.
Vakıf yapıları ve yurt dışındaki işçilerin çok ortaklı şirketlerinin içi böyle boşaltılır, talan edilir.
Türk Tarihi’nde vakıf sistemini özel mülkleştirmeye dönüştüren kişi Kanuni’nin damadı ve sadrazamı Rüstem Paşa’dır. Bir nevi ilk özelleştirme, ilk iç etme olayıdır onun başardığı.
‘Altın’ı olan kuralı koyar, kuralı koyan altın’ı alır.’ Ekonominin genel kuralıdır.
Siyaset; parti, vakıf, site yönetimi, spor kulübü, kooperatif, dernek, sendika adı altında yapılır. Bu kurumlarda altın’ı olmayan adamlar, bir takım mekanizmalar oluşturarak altın’a el koyarlar.
Yeni Sınıf-nomenklatura böyle doğar.
Durum eskiden de böyledir. Batılı tarihçiler, “Türkler devlet eliyle zengin olurlar” der.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder