1.Mezar taşlarımız fetih nişanımızdır!
Hacı Bayram-ı Veli, Şeyh Ali Semerkandi, Ahi Şerafettin, Ahi Mesut, Akı Şemsettin… Ankara’da Ahilik’in izleri derin…
Akı yani Ahi… Evet Akşemsettin bir ahi… Hacı Bayram-ı Veli’nin müridi, Fatih’in hocası Akşemsettin. Akşemsettin, Göynük’te medfun.
Abdurrahim Karakoç, Bağlum’a Abdülhakim Arvasi’nin yanına defnedildi. Nevzat Kösoğlu’nun Gölbaşı’na gömüleceğini duyunca, Gölbaşı’nın tıpkı Bağlum gibi yeniden vatanlaştığını hissetmiştim. Şükrü Karaca da Gölbaşı’na defnedildi. Gölbaşı, Nevzat Kösoğlu ve Şükrü Karaca ile yeniden bir anlam kazanıyor.
Çok şükür ki, biz Vehhabi değiliz! Ölenlerimizin içinde kıyameti beklediği bir mekandır kabirler. Büyüklerimizin mezar taşlarının ayrı bir önemi var. Büyüklerimizin mezar taşları, bizim için ‘fetih nişanı’dır. Bu yüzden Enver Paşa’nın Tacikistan’dan ve Esat Coşan’nın Avusturalya’dan getirilmesine karşıydım.
Hacı Bayram-ı Veli ve Ahi Şerafeddin Altındağ’ın, Ulus’un, Şeyh Ali Semerkandi Kızılcahamam’ın ve Çamlıdere’nin, Ahi Mesut Etimesgut’un, Bağlıca’nın, Akşemsettin Göynük’ün fetih nişanları’dır. İstanbul’un fethine gelen Eyüp Sultan Eba Eyyüb El Ensari’nin de içinde olduğu İslam Ordusu, İstanbul’u fethe giderken Ankara’yı da fethedir. Ankara Kalesi’nin fethinde 400 sahabe şehidimiz var. Sahabe kabirleri, fetih nişanları’dır. Onların izinde olanlara selam olsun.
Zamanın bir ruhu var. O ruhun kendi seyrini tamamlaması gerekiyor. Sanki bu isimlerin bir acelesi vardı. Zaten zamanın dışında yaşıyorlardı. Zamanın ruhuna inat, zamanın ötesinden bize bir şeyler hatırlatıp alel acele gittiler, gidiyorlar bire birer…
Şükrü Karaca’yla 1980’den sonra Doğuş Edebiyat’ın Ankara’daki yazıhanesinde tanışmıştım. Doğuş Edebiyat; Alper Aksoy’un yönetiminde Ocak Yayınları tarafından neşrediliyordu. Mekanın müdavimleri şairler yazarlar… Abdurrahim Karakoç, Bahaeddin Karakoç, Bayram Bilge Tokel, Ali Akbaş, Nihat Genç…
Sonra ben İstanbul’a geldim. İstanbul’da da ortak mekanlarımız vardı. Birkaç defa İLESAM’ın Koca Sinan Paşa Medresesi’ndeki eski mekanında, Türk Ocağı’nda konuştuk. İLESAM’da konuştuğumuz zaman daha Hilmi Oflaz hayattaydı. Demek ki, 10 yılı geçmiş.
TGRT’de çalıştığım süreçte kardeşi Zeki Karaca yöneticimiz oldu. Zeki Karaca, Mustafa Odabaşı ve Fikri Uysal’la ‘Şükrü Abi’nin kulaklarını bol bol çınlatırdık. Şükrü Abi sohbetlerimizin motiflerinden biriydi.
2.Siyasetin derin adamı: Tansu Çiller’in danışmanı
Şükrü Karaca, Mümtazer Türköne ve Hüseyin Kocabıyık’la birlikte 1990’lı yıllarda Tansu Çiller’in danışmanı oldu. Tansu Çiller’in danışmanı olmak, tabiyatıyla Alparslan Türkeş irtibatının bir sonucuydu.
Alparslan Türkeş, TSK bünyesinde konuşlanan ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’nin kaotik anlayışına karşı devlet otoritesini sağlayacak çözümler arıyordu. ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’, PKK karşısında düzenli orduyu açık hedef haline getirmiş, Türkiye’nin bölünmesini emperyalizmin insafına bırakmıştı. Türkeş, Özel Harekat Dairesi’yle terörle mücadele edilmesi için Tansu Çiller’i ikna etti. Meral Akşener, Mehmet Ağar, Ünal Erkan ve Bekir Aksoy bu gerekçeyle Tansu Çiller’in etrafında bulundu.
Terörle mücadele eden Özel Harekat’ın silah ihtiyacı bile düzenli bütçeden karşılanmıyordu. Abdullah Çatlı, bu bütçeyi işadamlarından gönüllülük esasına göre tedarik ediyordu.
Susurluk Katliamı; ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’nin Türkeş’in rotasını çizdiği Terörle Mücadele Perspektifi’ne karşı bir operasyonuydu.
Şükrü Karaca’nın Ebulfeyz Elçibey’in sırdaşı olması, onunla ‘Burası Muş’tur’ Youtube resitali vermesi, Türkeş bağlantısının bir sonucuydu.
Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’in avukatı olması, sadece hemşehrilik bağlantısından kaynaklanmıyordu.
Karaca’nın siyasi arayışları MHP çıkışlı olmak, Tansu Çiller danışmanlığı ve Kılıçdaroğlu danışmanlığı ile sınırlı değil. Erkan Mumcu döneminde ANAP danışmanlığı ve Ak Parti milletvekili aday adaylığı da bilinmesi gerekenler.
3.Kılıçdaroğlu’nun danışmanı olarak Şükrü Karaca
1990’lı yıllar… Bizim gibiler Kuzey Irak’ın varlığını tahammül edemezken, Şükrü Karaca bizim tavrımıza sabırla ve tebessümle cevap veriyordu.
Televizyonda Şükrü Karaca’nın cenaze haberi verilirken, Dikmen’deki 29 Mayıs Hastanesi önünde şair Ali Akbaş’ı ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç’u görüyorum.
Ali Akbaş, Haluk Koç, Şükrü Karaca ve Kemal Kılıçdaroğlu isimlerini yan yana düşünmeye çalışıyorum. Sonra yanlarına Mansur Yavaş ismini getiriyorum. Bu işte ters giden bir şeyler var.
Bir yanda Şükrü Karaca ile CHP’yi yanyana düşünmenin zorluğu.
Öbür yanda Sağ siyasetteki tıkanmaları düşünüyorum… Nazlı Ilıcak’ın 30 yıldır yazar-yorumcu, Abdülkadir Aksu’nun, Tunca Toskay’ın, Melih Gökçek’in 40 yıldır siyasetçi olduğu bir düzeni nasıl kabul edeceğiz?
İnsanların özel hayatını kasetlemek, pornoculuk değil mi?
Yolsuzluk’un çözümü ‘siyasetin finansmanı sorunu’nu çözümlemek iken iktidar ve muhalefet niçin susuyor?
‘Paralel Devlet’ tezgahlarına, bütün cemaatlerin insan iradesini yok eden teamüllerine nasıl tahammül edeceğiz?
Yolsuzluk’un çözümü ‘siyasetin finansmanı sorunu’nu çözümlemek iken iktidar ve muhalefet niçin susuyor?
‘Paralel Devlet’ tezgahlarına, bütün cemaatlerin insan iradesini yok eden teamüllerine nasıl tahammül edeceğiz?
Şükrü Karaca bu tıkanma sürecinde Kılıçdaroğlu danışmanlığı ile zıtların bileşimini deniyor.
Kılıçdaroğlu’nun Tuncelili hemşehrisi Ferhat Tunç; twitter mesajı atıyor: “Azerbaycan’lı Ebulfeyz Elçibey’in arkadaşı, Tansu Çiller’in akıl hocası ve ardından CHP’li Kılıçdaroğlu’nun danışmanlığına uzanan bir hayat!”
TİKKO muhibbi, PKK’nın cephe işbirlikçisi, BDP üyesi Ferhat Tunç’un teşhisi doğru.
Şükrü Karaca, temayülleri sarsıyor. Zıtların bileşimi, diyalektik bir yöntem. Yani tekellüm. İmamı Gazali, Muhittin Arabi, İmamı Rabbani ve Said Nursi bu yöntemi kullanıyor.
Demokrasinin tıkandığı düzlemde komitacı tavrın devreye girmesi kaçınılmazdı. Şükrü Karaca’nın Kılıçdaroğlu’nun danışmanlığını kabulü komitacı bir tavırdı. Mansur Yavaş’ın adaylığının tartışıldığı zeminde twit atmak, komitacı bir tavır. Bir twit bazen parti içi seçim oyunlarını bozar. CHP’de de öyle oldu. Bir twit, ortalığı karıştırdı.
Şükrü Karaca, demokrasinin önünü açmak için uğraşıyordu ama tabii ki komitacıydı.
“Mansur Yavaş, Ankara’ya hayırlı olsun!” Şükrü Karaca’nın tıkanan Sağ ve Sol mekanizmalara karşı son golüydü.
4.Sakarya Çay Ocağı’dan İstanbul Türk Ocağı’na bir sohbet geleneği
Sakaya Çay Ocağı, 1980’li yılların Ankarası’nın sosyal tarihinde önemli bir odak noktasıdır. Sakaya Çay Ocağı, savrulmuşların toplanma yeriydi. Dönem İslamcılık’ın gelişme dönemidir. Ülkücülük, 12 Eylül 1980’ün ağır travmasını yaşamaktadır. Fakat ilginçtir o süreçteki Ülkücülük, umulmayacak şekilde diridir.
Ankara’da Sakaya Çay Ocağı, bildiğimiz sıradan bir çay ocağı. İstanbul’da İLESAM, Yazarlar Birliği ve Türk Ocağı, etkinlikleriyle değil ama ‘çay ocağı hizmetleri’yle kültür hayatımıza katkı sağladı. Bu ‘çay ocağı hizmetleri’nin işlevini küçümsemiyor, önemsiyorum. Bu mekanlarda Marmara’dan Küllük’ten gelen bir gelenek yeniden yaşama zemini buldu. Hilmi Oflaz, Mehmed Niyazi ve Yurdakul Dağoğlu’nun riyasetinde Turgut Özal transformasyonunun rehabilite edebildik.
Şükrü Karaca sohbet mekanlarıyla özdeş bir karakterdi. Ülkücü ve İslamcı geleneğin genç kadroları, Karaca’nın dostluk halkası içindeydi. Ülkücü ve İslamcı geleneğin kaygılarını, ütopyalarını, zaaflarını biliyordu çünkü bunların bir kısmını kendisi de yaşıyordu.
Şükrü Karaca’nın İstanbul’daki benzeri Osman Bostan’dır. İlginçtir, Osman Bostan da DYP Genel Başkanlığı döneminde Mehmet Ağar’ın danışmanıdır. Evet Osman Abi’yi görmem lazım, dinlemem lazım.
5.‘Ânestü Nârâ’: Bir ateşe yakınlaştım!
‘Ânestü Nârâ’, Şükrü Karaca’nın Ötüken’den çıkan şiir kitabının adı… Sosyolog Ahmet İnam’ın Ânestü nârâ yorumunu okuyorum: “Bir ateşe yakınlaştım. Hz. Musa’nın Tur dağında ilâhi ışığı ateş sandığında söylediği sözdür ânestü nârâ. Yanar ve ânestü nârâ dersiniz. Yanmanız bitmemiştir çünkü. Yandıkça ateşe yakınlaşırsınız. Sevgiliye yaklaşmak, ateşe yaklaşmaktır. Ateşin üstünde durmaktır. Murâdına ermek, sürekli aramayı gerektirir. Murâdınıza erdikçe muradınıza eremezsiniz.”
Sevgiliye yaklaşmak, ateşe yaklaşmaktır
“Dön diyorsun
Nasıl yüzyüze geliriz, yüzsüzler şahıyım ben
Hadd-i müntehadayım, bir kıyl ü kal içindeyim
Hiç bir yerde tarifim yok sanki muhal içindeyim
Büzüldükçe üzerime kurar çadırını korku
Söyle neyim
Yakup muyum
Yusuf muyum
Kuyu mu?” (Münacât)
Nasıl yüzyüze geliriz, yüzsüzler şahıyım ben
Hadd-i müntehadayım, bir kıyl ü kal içindeyim
Hiç bir yerde tarifim yok sanki muhal içindeyim
Büzüldükçe üzerime kurar çadırını korku
Söyle neyim
Yakup muyum
Yusuf muyum
Kuyu mu?” (Münacât)
6.Hatime: ülkesizlik korkusu
Biz Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşı’nı yaşayan dedelerin son torunlarıyız. Balkanlar’dan, Kırım’dan, Kafkasya’dan kopup vatana sığınmak nedir? Kim nerden bilecek? Bizden sonrakilere bu acıların bir şeyler ifade etmesi çok zor. İliklerimize kadar yaşadığımız korku, ‘ülkesizlik korkusu’dur. Ayağımızın altından toprağın kaymasına, değerlerimizin yok edilmesine itiraz etmeliyiz. Yeni çöküşün adı ‘epistemik çöküş.’ Bir nevi nihilizm ve şizofreni. Beral Madra’nın müthiş tanımıyla, “nihilist ve şizofren insan bir ülkesizlik (deterritorialisation) yaşamaktadır”(Gösteri Eylül 1993). Oysa vatanımız bizim canımızdır, sevgilimizdir. Evet Şükrü Karaca, ‘Sevgiliye yaklaşmak, ateşe yaklaşmaktır.’
Kaba softanın Şükrü Karaca’nın vefatıyla, Kılıçdaroğlu danışmanlığı arasında kuracağı bağlantıyı kabul etmem mümkün değil. Karaca, CHP’ye bir değerler manzumesi götürüyor, kendilik bilgisini sunuyor. Dünyevi çıkar için, ihale için, ikbal için orada değil.
‘Zaman çökertilir olduğu yere.’ Her ölüm erken ölümdür. ‘Menzil eşiğine varır yolcular.’ Kaderin hükmü karşısında söyleyecek bir sözümüz olabilir mi? ‘Her şeyin ‘ol!’ emri aldığı yere’ gidilecektir elbette.
‘Ne bir toz zerresi, ne çölden bir kum/ Yolcuyu melekler hazırlasınlar’
Mekanın cennet olsun ‘Şükrü Abi’…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder