23 Ocak 2013 Çarşamba

Kayıp şehrin yazıcısı Metin Kaçan



1.Yeni şehrin içinde ama onun dışladığı adam
Şu sıralar dizilerden ‘Kayıp Şehir’i izliyorum… Belki yer yer kendi hikayemi bulduğum için seyrediyorum diziyi.
İstanbul’un hafızasında 1960’ların, 70’lerin, 80’lerin izleri var. Köyden şehre göçle oluşan bir İstanbul bu… İstanbul’da doğmayanların, doğamayanların İstanbul’u.
Yeni İstanbul çocuklarının hemen hiçbirinin iki ismi yoktur. Üç isimli seçkinlerden değildir onlar. Sadece bir adı bir de soyadı vardır bu adamların. ‘Kayıp Şehir’ bozuk para gibi harcar onları. ‘Kayıp Şehir, en son kendi yazıcısı Metin Kaçan’ı harcadı.
2.Metin Kaçan hangi edebiyatın yazıcısı?
Üstseçkinler’in pek hazzetmediği bir toplum kesimidir köyden şehre göçenler… Onlar pijamasıyla piknik yapanlar, onlar mangallarıyla parkları ve bahçeleri işgal edenler… İşgal medyasının tabiriyle ‘göbeğini kaşıyan adam’ ile ödünç bir suret gibi varlıkla yokluk arasındaki kadın suretleridir onlar. Metin Kaçan onların yazıcısıydı: “Bu insanların çoğu, zaman içinde benim arkadaşım oldu. İnsanın özellikle böyle bir çevrede yalnız olması, kendini izole etmesi mümkün olamıyor.”
Gecekondu ya da varoş, köyden şehre göçenlerin ana mekanı. Şehrin çevresini saran ‘öteki’dir gecekondu. İşi işporta, müziği arabesk, ulaşım aracı dolmuş ve konut modeli gece gizlice konulan gecekondu’dur.
Gecekondu ve yoksulluk yuvası farkı
Gecekondululara benzer ama ondan farklı bir toplum kesimi daha vardır. Onların yaşadığı mekana yoksulluk yuvası diyoruz. Yoksulluk yuvası, şehrin çevresinde değil içindedir. Eski şehir dokusu içinde, seçkinlerin terk ettiği mekanlarda şehre en son göçenlerin yaşadığı yerdir yoksulluk yuvasıdır. Gecekondunun aksine fuhşun ve uyuşturucunun sıradan olduğu bir mekandır yoksulluk yuvası.
Metin Kaçan yetiştiği atmosferi şöyle anlatır: “Çocukluğumun geçtiği Dolapdere, bir nevi İstanbul’un minyatürü gibiydi benim için. Katiller, hırsızlar, göç etmiş aileler, Ermeniler, Rumlar hepsi inkar edilemez bir şekilde tüm varlıklarıyla oradalardı; kabul edilmişlerdi ve aynı zamanda dışlanmışlardı, ötekileştirilmişlerdi.”
3.Metin Kaçan: “orada yaşayanları sadece onların dilinden anlatabilirdim
Konuya kafadan girelim… Metin Kaçan, ‘Ağır Roman’ adlı eseriyle Türk Edebiyatı’nda önemli bir iş başardı. Kaçan, şehrin içinde ama şehre yabancı olan, köyden şehre göçen ‘en altakiler’in, kanundan kaçanların yazarı oldu.  Şöyle diyor Metin Kaçan:“Ağır Roman’da argo bir dil kullandım çünkü o sokakları, orada yaşayanları sadece onların dilinden anlatabilirdim.”
Tarihe not düşelim… İlhami Algör ve Alican Ökmen (Kirli, Paslı, Bozuk) de Metin Kaçan damarından eser veren sanatçılar arasında… Onlar da yoksulluk yuvalarının yazarları… Nihat Genç de bu kulvarda zikredilebilir. Genç’in üslup başarısı, standart dilden ayrılmasında yatıyor. Ama onun sorunu gecekondu merkezli bir inşaya girişmemesi. ‘Keşanlı Ali’ benzeri bir iş bekliyoruz ondan. En alttakilere ait durumlar ve fotoğraflar var ama inşa yok. Diğer bir deyişle giriş-gelişme var, sonuç yok.
Latife Tekin, gecekondunun yazıcısıdır. ‘Sevgili Arsız Ölüm’le şaheserini ortaya koymuştur. ‘Ağır Roman’ ise Metin Kaçan’ın yoksulluk yuvalarını anlatan şaheseridir…
Kaçan, son söyleşisinde argoyu şöyle yorumluyor: “Öncelikle bir çok insanın aksine argonun bir küfür dili olduğunu düşünmüyorum. Argo sokaktaki durumun, o sokakta yaşayanların duruşunun dilidir.  Her zaman söylemişimdir; argo Türkçe’nin yan dilidir benim için.”
Sağın hayat damarları tıkalı… Ne gecekondunun diliyle, ne de yoksulluk yuvalarının, ‘Kayıp Şehir’in diliyle ilgisi var. Ben ‘Topal Köpeği Vurdular’da gecekondu dilini esas alıyorum. Nasıl bir şey olacağını göreceğiz inşallah.
Latife Tekin’in ‘Sevgili Arsız Ölüm’ ve Artun Ünsal’ın ‘Kamil ile Meryem’e Dair’ adlı eserlerinde ve Hüseyin Alemdar’ın şiirinde bu dil var.  
Yeni olan hiçbir sanat olayında sağın içeriğine rastlamak mümkün değil. Zaten Metin Kaçan ve Latife Tekin gibi üslup dehalarını keşfedebilmek için kanlı-canlı bir kültür sanat atmosferine ihtiyaç var. Bu kültür sanat ortamının uç beyleri ise eleştirmenler, yol göstericiler, ‘ihyacı yetiştirmenler’…
Metin Kaçan’ı kimin keşfettiğini şimdi hatırlamıyorum… Ama Nazım Hikmet’in üvey oğlu Memet Fuat olmasa Latife Tekin’in keşfi mümkün değildi… İsmet Özel’in Memet Fuat’ı niçin Hegel’e benzettiğini, Latife Tekin keşfini düşününce daha iyi anlıyorum.
Memet Fuat edebiyatta, Atıf Yılmaz sinemada, Sezen Aksu müzikte, Mehmet Ali Birand gazetecilikte ve Yılmaz Erdoğan tiyatroda kadro yetiştirmiştir. Hepsi birer okul gibi, onlarca sanatçı yetiştirmişler, keşfetmişler… Bir insanı öne çıkarmak bu öncüleri küçültmemiş, kimse onların yerini kapmamıştır.
Sağın dört edebi temayülünün genel özelliği, sanatın olmazsa olmazı özgür bir kültür sanat ortamı oluşturamaması… Bu yüzden özgün bir esere rastlamak mümkün değil.
4.Uydurma dil tarihten kaçanların, argo kanundan kaçanların dili
Cemil Meriç, “Uydurma dil tarihten kaçanların, argo kanundan kaçanların dili” diyordu. Bu paradigmada her şey var bir şey yok. Sağ hangi dili esas alacak? Evet uydurma dil değil. Argo zaten caiz değil!
Oysa durum değişti. Sağ kendi dil köklerine gidemedi. Sağ da kendi içinde kendi uydurma dilini üretti. Hangi sağcı bir haftadan fazla halkının içinde kalabilir? Kategorik olarak sağ da, tıpkı üstseçkin sol gibi kendi tarihinden kaçıyor. Ressam Elif Naci, ‘Türk sanatının kaynağı Toroslar’da’ diyordu. Çünkü Toroslar’da dil vardı, sözlü anlatı vardı, halk hikayeleri vardı, türkülerimiz vardı. Yahya Kemal, “Türküler bizim romanlarımızdır” diyordu. Yaşar Kemal bu dilin etrafında dönüyordu. Ama zihniyetin sorunlu olması dili de ifsat etti.
Dil tercihimiz sonucu belirler… Hangi toplum kesiminin yazıcısı olduğumuz sonucu belirler? Eğer edebiyat hocaları, Nazan Bekiroğlu ve İskender Pala, romanlarında ‘her şeyi bilen anlatıcı bakış açısı’nda Süleyman Çelebi ve Yunus Emre’den hareketle Latife Tekin Türkçesini kullansaydı, bu işi çözmüştük. Batı’nın, Cervantes’in 200 yıl önce başardığını biz de başaracaktık. Ama olmadı.
Nazan Bekiroğlu ve İskender Pala, divan edebiyatı arka planından dolayı seçkinci örnekler veriyor. Orhan Pamuk ise tamamen üstseçkinler’in yazarı. Pamuk’un babası Koç’un tüpçüsü Aygaz’ın genel müdürü, teyzesinin kocası Hayat mecmuasının patronu Şevket Rado… Nişantaşı ve havalisinin diliyle yazar Orhan Pamuk
Üstseçkin bir metin olan ‘Huzur’ şaheserinin yazarı Tanpınar, ‘Huzur’da sürekli olarak ‘halka dönmek’ten ve ‘halkın yaratıcı gücü’nden bahseder.
Buna rağmen Tanpınar, Türk Romanı’yla ilgili yazısına ‘Niçin hala bir Türk Romanı yoktur?’ başlığını atar. Çünkü onun döneminde asıl yapılması gerekeni yani Latife Tekin ve Metin Kaçan’ın yaptığını yapan yoktu.

5.Hatime: Metin Kaçan, dil tarihinde önemli bir isim
Sağ; bürokraside, siyasette ve ticarette ‘kör topal’ yaptığını, edebiyatta yapamadı. Kendi dil köklerine gidemedi. Kendi içinde, kendi yapay dilini üretti. Kendi sınıfsal tarihinden, reayanın tarihinden kaçtı.
Edebiyatın tek malzemesi dil… Diliniz yoksa, dil köklerinizle ilginiz yoksa yazamazsınız.
Ağır Roman’ın yazarı Metin Kaçan, dil tarihinde önemli bir isim… O, ‘Kayıp Şehir’in yazıcısı… İnşallah Bilge Tonyukuk’un, Dede Korkut’un, Karamanoğlu Mehmet Bey’in, çok sevdiği Yunus’un ve tabii ki Efendimiz’in şefaatine kavuşur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder