2 Temmuz 2014 Çarşamba

Serol Teber ve Türk işçilerinin ince sızısı 'yurtsama'

1.Serol Teber kimdir?
 Serol Teber sol orijinli bir psikiyatr… Teberİstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöro-Psikiyatri Kliniği’ndeki uzmanlık eğitiminden sonra Almanya’ya gider. Çeşitli kliniklerde nöro-psikiyatr olarak çalışır.  Düsseldorf Üniversitesi’ne bağlı eğitim ve öğretim kliniği Landensklinik Viersen’de görev yapar. Teberİsviçre’de de kliniklerde çalışır.
 Hekimlik dönemi Türk işçilerinin yoğun olarak yurt dışına gittiği ve çalışma hayatına girdiği 1970’li yıllardır.
 İşçi Göçü ve Davranış Bozuklukları (1980), Göçmenlik Yaşantısı ve Kişilik Değişimi (1993) adlı eserleri bu çalışmaların sonucunda ortaya çıkar. Paris Komünü’nde Üç Türk bir başka orijinal eseri.
 2.Türk işçilerinin bunalımının dilinde karşılığı yok!
 Teber, çalışmaları sırasında Türk işçilerinde daha önce psikiyatri geleneğinde olmayan bir hastalığa rastlar. Türk işçilerinin her yanı sızlamaktadır.
 Teber, anlatıyor: “Almanya’da özellikle 70’li yılların sonlarına doğru birdenbire, küçük bir salgın şeklinde çalıştığım kliniğin servislerinin Türkiye kökenli insanlarla, kadınlar olsun erkekler olsun, işgal edildiğini gördük. Kadın servisinin yarısından çoğu bizimkiler, erkekler bölümünün yarısından çoğu yine bizimkiler.”
 Alman bilim adamı Profesör Villigen bir gün vizite yaparken çekici kaldırıp yere atar ve şunları söyler: “Çocuklar ben sizden yardım istiyorum. Bu olay nedir, nasıl oluyor böyle?”  
 Yardım etmek istiyoruz, fakat bir türlü, hasta olarak gelen, oraya yatmış olan insanların gösterdiği belirtilere tıp dilinde bir karşılık bulamıyoruz. Yani bir insanın, saçının telinden ayağının parmağına kadar her tarafı nasıl ağrır?
 Benzer şikayetler, korkular, sıkıntılar, kulağına sesler gelmeler, hezeyanlar ve kusma, ishal gibi gözlemlenebilir belirtiler.
 Bulgulardan en ilginci köyüne gönderilen genç kızın şikayetlerinin son bulmasıdır.
 O günden bu yana ‘Heimweh’ ya da Fransızca ‘nostalji’ denilen olay İsviçre hastalığı’ olarak geçmeye başlar. Bugün bile kimi literatürde “İsviçre hastalığı” olarak geçebiliyor.
 Doktor Larey; benzer bir durumun Fransız ordusunda ‘yurtsama’ denilen şikayetlerle paralellikler içerdiğini söyler. ‘Yurtsama’ yurdundan uzaklara giden insanların gösterdikleri psişik bozukluluklara verilen ad. Sorunun temeli insanın toplumsal köklerinden kopmasıdır.
 İnsanlar kendi dillerini konuşamadıkları zaman bir süre sonra birden ağır depresyon, korku ve hezeyanla karışık bir tablo gözlemlenmeye başlanıyor.
 Bu araştırmadan beş ay sonra ünlü Alman psikiyatrı Grepellin, ilk defa, ‘kökten kopma sendromu’ diye bir olayı en anlaşılır, radikal bir biçimde açıklayan tıbbi tebliğini sunar dünyaya...
 1920’den bu yana pek çok araştırmacı, bizim gibi göçmenlik sürecine katılan insanların gösterdikleri ruhsal bir takım gerginlik olaylarını ya da rahatsızlıkları, genellikle ‘kökten kopma sendromu olarak da değerlendiriyor.
 3.Yeniden kök salmak kolay olmuyor
 Serol Teber anlatıyor: 1980’de bizim kliniğe bir yıl içinde gelen Türk kökenli insanlarda gördüklerimizin yüzde 70’i psikosomatik şikayetlerdi. Bu yüzde 70’in en az yüzde 70’i de kadınlardı.
 Hemen tümü kırsal kesim insanı olan erkekler, ailenin bütün yükünü birlikte getirmişlerdi, memleketlerindeki bütün bağları atıp gelmişlerdi. Almanya ve İsviçre hakkında hiçbir bilgileri yoktu. İşyerlerindeki ufak bir sürtüşme gibi bir olayla gelişim gösteren süreç ve birkaç günde ortaya çıkmaya başlayan ağır bir korku, bilinç bulanıklığı, hezeyanlar, halüsinasyonlarla başlayan bir ‘akut psikoz’ tablosu...
 4.Hatime: Serol Teber’i ve Cengiz Dağcı’yı hayırla analım
 Teber’in gurbet araştırmaları bana Cengiz Dağcı’nın gurbette kimlik inşasını hatırlatıyor. Akşama kadar eşiyle lokantacılık yapan Dağcı akşam oturur Yurdunun Kaybeden Adam’ı, Onlar da İnsandı’yı, Badem Dalına Asılı Bebekler’i yazar.
 Türk aydını yerinmeyi çok sever. Türk aydınına göre her yenilginin bir gerekçesi vardır. Genel gerekçemiz ise dış güç oyunlarıdır.
 Batılılar, “Türkler söylemez, söylenir” der.
 Serol Teber bizim dertlerimizle dertlenen bir isim. Cengiz Dağcı, gurbette kimlik inşasını başaran bir yazar. Bu Ramazan gününde onları rahmetle anıyorum.
 Ortak paydamız ‘biz’ olmak. Etnik ve mezhep ayrımcılığı insanı ülkesizleştirir. Ülkesizlik bir çeşit şizofrenidir.
 Manevi bir sevgi olan vatan sevgisi, ana-baba, eş, çocuk sevgilerinin, toprak ve toplumsal hafıza kodlarıyla bileşiminden oluşur. Değer yargılarının bütüncül bir yapısı var.
 Param parça edilen Ortadoğu’ya bakarak aynı yanlışları biz de yapmayalım. Yurdunu kaybeden adam olmadan ‘yurtsama’ hastalığına düşmeden yurdumuzun ve insanımızın kıymetini bilelim.
 Etnik ve inanç farklılıklarına rağmen ‘biz’ olmanın zenginliğini keşfedelim.
 Tatil rehavete değil, vatanımızı yeni gözlerle görmemize vesile olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder