16 Ekim 2012 Salı

Gaspıralı İsmail'den Demokratik Özerklik'e

1. Gaspıralı’yı belediyeci yönüyle tanımıyoruz
Gaspıralı İsmail’i genelde gazeteci olarak biliyoruz. Kırım’da çıkardığı dillere destan Tercüman gazetesi vesilesiyle tanıyoruz onu.
Gaspıralı’nın ilk yazılarından biri ‘Rusya Müslümanları’ başlığını taşır. O bu yazısında Putin’in ve Rusya’nın bugün bile zor ifade edebildiği bir olguyu, Rusya içinde yaşayan Müslüman toplumların durumunu ortak bir kimlik ifadesi olarak açıklar. Gaspıralı’nın söylediği özetli şu; ‘Rusya içinde bizler kendi dilimizde eğitim, dini ibadet ve adetlerimizi yaşamak istiyoruz. Bunların hukuken tanınması ve geliştirilmesi gerekmektedir.’ Gaspıralı bu yaklaşımlarını ‘Rusya Müslümanları’ yazısında yayınladıktan kısa bir süre uygulamaya başlar. Önce belediye başkanı seçilir. Sonra Türkçe gazete işine girer, Tercüman gazetesini yayınlar. Gazetede kullandığı dil Kırım Tatarcası temel olmakla birlikte giderek İstanbul Türkçesi’nin katkısıyla gelişen ve Balkanlar’dan İran’a, Doğu Türkistan’a ortak bir dile ‘Gaspıralı Dili’ne dönüşür.
Evet Gaspıralı bir gazeteci ama o aynı zamanda bir eğitimci, bir yazar ve bir belediye başkanı… Belediye başkanlığının altını çizerek Güneydoğu’da belediyelerin Kürt siyasi hareketi bakımında işlevini düşünelim.
2. Abdullah Öcalan’ın çözüm formülü: Demokratik Özerklik
Aslında Abdullah Öcalan’ın bağımsızlık dışında bir alternatif olarak öne sürdüğü ‘Demokratik Özerklik’ Gaspıralı’nın 1900’lerin başında seslendirdiği taleplerin biraz daha ajite edilmiş hali… Öcalan’ın önerdiği ‘Demokratik Özerklik’te silahlı Kürt milis güçleri de yer alıyor.
Başbakan Erdoğan’a Leyla Zana’dan Sırrı Sakık’a, Kemal Burkay’dan Barzani’den Talabani’ye herkesin “Bu sorunu sadece siz çözebilirsiniz” sözlerinin ardında, “Demokratik Özerklik’i halka sadece siz kabul ettirebilirisiniz” yaklaşımı var. Geldiğimiz noktada Türkiye kamuoyu devleti ve aydınları ile psikolojik olarak PKK Savaşı’nın retoriğini kuramadığı için genel olarak Siyasal Kürtçülük ve özel olarak PKK-BDP karşısında yılgınlığa uğramış durumda.
3.Şiddetin insanı ve toplumu dönüştüren gücü
Güneydoğu tezlerimizin esası insana hizmete, imara, taşı taş üstüne koymaya, dahası kalp kazanmaya odaklanmış… Aklın yolu elbette bu! Ama politikanın eksik noktaları olduğu belli. Karşımızda bir terör örgütü var. Bu terör örgütü belirli bir halk desteğine de kavuşmuş. Şiddetin kitleleri hizaya getirici, erk oluşturan, aktivist bir karakter ortaya çıkaran bir tarafı var. Karşımızda kopyama tekniğiyle çoğaltılmış binlerce Yılmaz Güney var.
Hizmete dayalı Ak Parti (ve Cemaat) dili, bölgede erkil değil efemine, pasif bir tavır olarak algılanıyor. Bu açıdan bakılınca atılan bunca olumlu adıma rağmen Güneydoğu’da devlet ve Ak PartiTansu Çiller döneminden daha gerilerde bir yerde duruyor. Çiller-Ağar ekibi Güneydoğu’da PKK dışında alternatif bir insan tipi ortaya koyabilmişti. Onların da şiddeti yedekte tutan bir tarafları vardı. 28 Şubat Darbesi sadece Siyasal İslam iktidarını değil, PKK karşıtı alternatif bu insan tipini de tasfiye etti.
Biz şiddetin insanı ve toplumu dönüştüren gücüne inanmamakta ısrar ediyoruz.  
Hizbullah’tan aşiret yapılarına, şeyh-medrese kalıntılarından korucu beyliklerine geçmişte PKK karşısında olan bir çok grup, bugün artık PKK’nın doğrudan karşısında değil… Şimdi ÖcalanPKK dışındaki bu yapıları da Ahmet Türk’ün başkanlığını yaptığı Demokratik Toplum Kongresi çatısı altına davet ediyor. Demokratik Toplum Kongresi bir nevi kurucu meclis gibi faaliyet gösteriyor.
4.Devletlerden şirketlere Büyük Kürdistan
İsmet İnönü’nün Lozan Anlaşması’nı imzaladıktan sonra “Türk Milletinin 100 yılını kurtardık” dediği rivayet edilir. NATO’ya giriş Batı ile mutabakatımızın bir başka halkasını oluşturur. Geldiğimiz noktada ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’e müttefik Büyük Kürdistan’ı kurdurmak istediğini net bir şekilde görebiliyoruz.
Hep bir iddiadır geleceğin dünyasında devletlerin yerini, şirketlerin gücünün alacağı söylenir. Güneydoğu’ya çivi çakmaya yanaşmayan iş dünyasının Kuzey Irak Kürt Özerk Bölgesi’ne koştuğuna şahit olmaktayız. Erbil’de Koç Holding’in Divan Oteli’nden Beko’nun rakipsiz konumuna, Boyner’in ikinci büyük mağazasına, Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal’ın ve İbrahim Tatlıses’in yatırımlarına, Hacıoğlu Lahmacun’dan Güllüoğlu Baklavacısı’na bakınca Türk Sermayesi’nin Kürdistan’da yerini çoktan aldığını görüyoruz.   
5.Şiddeti iyi yöneten ve entelektüel içerik üreten savaşı kazanır
Gaspıralı’nın 100 yıl önce Rusya’dan istediği talepler bugün hem Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan özelinde devlet çapında hem de Rusya Federasyonu içinde topluluk olarak gerçekleşiyor ve işaret ettiği ‘Rusya Müslümanları’ olgusu hayat buluyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda ‘Rusya Müslümanları’ kavramını bağımsızlık yönünde zorlayan Kırım’ın başına katliamlar ve toplu sürgünler geldi. Benzer durumdaki Çeçenler hem İkinci Dünya Savaşı’nda hem de yakın geçmişte katliama uğradı… Bugün Türkiye’ye sığınan Çeçenler bu katliamdan kaçanlar…
Kırım ve Çeçen taleplerinin daha şiddete dayalı olanı Türkiye topraklarında Kürtçülük talepleri olarak sınırlarımız içinde gerçekleşiyor.
Rusya devlet ve hususen istihbarat aklıyla etnik farklılık ile vatandaşlık temelli bütünlüğünü pekiştiriyor. Bunda faktör olarak Rus bilincinin ve Rusça’nın ortak bir eğitim dil oluşturan etkisi var. Ama bunun ötesinde şiddetin insanı ve toplumu dönüştüren gücü var.
Türkiye Cumhuriyeti bu konulara yerli bir bakışla çözüm üretemiyor. Neticede Rusya’nın başardığı dönüşümü bırakın gerçekleştirmek, biz anlayamıyoruz bile.
Tersine bir şekilde 12 Mart 1971 sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Kültür Bakanı olan Talat Sait Halman, ‘Kürt Edebiyatı Antolojisi’ni yazıyor, ilk Kürtçe müzikali Selanikli Haldun Dormen Diyarbakır’da sahneliyor, dağdakilere methiye düzen Bejan Matur Zaman gazetesinin baş köşesinde… Ve BDP, Akademik Danışma Kurulu adıyla akıl hocalarını onurlandırıyor: Büşra Ersanlıİsmail BeşikçiFikret Başkaya… Karşımızda yoğun bir entelektüel içerik var.
PKK-BDP yapısına eleştiri getiren TİP Eski Milletvekili Tarık Ziya Ekinci ve HEP Eski Genel Başkanı Feridun Yazar bile BDP Kongresi’nde Akademik Danışma Kurulu’na üye oldular. Kongre organizasyonunu ise Abdulkadir Geylani hazretlerinin öz be öz torunlarından Hamit Geylani yaptı. Durum farklı bir yöne doğru gidiyor.
Demokratik Özerklik talebi ile Gaspıralı’nın talepleri arasındaki benzerlik bizimkilerin statik idrakini rahatsız eder. Bunları mukayese edecek beyinlerden mahrumuz. Bu işlerle bizim adımıza uğraşanlar Gaspıralı’nın İlminski’nin, Gumilev’in adını duymuş mudur bilemiyorum.
5.Hatime: Rafa ve Poppy’nin babası Reddaway’den al haberi

Oslo’nun meşrulaştığı, Barzani’nin kongre konuşması yaptığı, Öcalan’ın yeniden aktör olarak devreye girdiği bir süreç Güneydoğu’da bizi adım adım Demokratik Özerklik’e götürüyor. Eski MİT’çi Cevat Öneş’ten bunun işaretlerini almıştık zaten…
İngiltere’nin hakem devlet olarak Oslo’da yer aldığını biliyoruz. Vaktinin büyük bir bölümünü köpekleri Rafa ve Poppy ile geçiren İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi David Reddaway, önümüzdeki sürecin ilk adımını Demokratik Özerklik olarak işaret ediyor: “Soru ‘üniter olacaklar mı olmayacaklar mı’ değil. Bu üniter devletin içinde nasıl yapılar geliştirecekler. Bu tartışmayı Türkiye’nin de yapması gerekecek.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder