1 Mayıs 2012 Salı

Yerli malı değil, yerli marka ideali

Bizde gavur malı, gavur markası daima cazip olmuştur! Gavur inadına değerlerimize sövmedikçe, biz, balık hafızamızla kendimiz olmayı bırakır, gavur karşısında nesneleşiriz.

Ama gavur, inadına gavurdur! Onların katliamları, soykırım suçlamaları ve ambargoları bazen bizi uyandırır gibi olur.

Biz de kafamız bozulunca, onların mallarını boykot edip, yerli malıcı oluruz.

Osmanlı döneminde de biz böyleydik. Rüzgara göre yelken açardık. Yine bir Batı saldırısı sonrasında yerli malı kullanmaya karar vermiştik.

Eminönü’de ‘Yerli Mallar Pazarı’nı kurduk. ‘Yerli Mallar Pazarı’nda Hereke, Feshane ve Merinos gibi yerli kumaşlardan takım elbise dikmeye başladık.

Ama gavur katliama, tecavüze ara verince boykotu bırakıp, gavur malı kullanmaya ve yine yerli malını kerih görmeye devam ettik.

Abdülhamit, İttihat Terakki, Cumhuriyet… Biz hep aynı politikayı, yani ‘politikasızlık politikası’nı uyguladık.

Yerli Malı İstimal Cemiyeti’nden Milli Meşruiyet Fırkası’na

Fakat Türkiye’de her devirde oyunun farkına varan adamlar vardır. Bunların siyasi çizgileri farklı gibi görünse de temel farkları Teoman Duralı’nın altını çizdiği ‘Çağdaş İngiliz-Yahudi Medeniyeti’ne karşı durmalarıdır.

Yerli Malı İstimal Cemiyeti’ni kuran işadamları da böyle cennetlik, mü’min insanlardı. ‘Kendimiz olmak zorundayız’ diyorlardı. Allah onlardan razı olsun. Yerli Malı İstimal Cemiyeti kuruluşuna (1900’ler) Tatar aydınlarından Fatih Kerimi şahitlik eder. Türkiye’nin iktisatçıları haftada birkaç kez toplanarak, çeşitli sorunlar etrafında müzakerelerde bulunurlar.

Yerli Malı İstimal Cemiyeti’ni kuran işadamları, sadece cemiyet kurup görüş açıklamakla yetinmezler. Görüşlerinin partisini de kurarlar. Ahmet Ferit Tek’in başkanı olduğu Milli Meşruiyet Fırkası’nın amacı yerlilik idealiyle ülkeyi kalkındırmaktır.

Fatih Kerimi, sık sık toplantılara katıldıktan sonra cemiyetin niçin başarısız olmak zorunda kaldığını anlatır. Çünkü cemiyetin bir yerlilik felsefesi yoktur: “Hususen Türkler arasında milliyet fikrinin yokluğu, bunun rağbet görmesine en büyük manidir.” Milliyet fikri deyince hemen kafanız milliyetçiliğe kaymasın. Burada söylediği şey aidiyet bilgisi, İhsan Fazlıoğlu’nun söylediği ‘kendimiz olmak bilgisi’dir.

Yerli Malı İstimal Cemiyeti’ni kuran işadamlarından ve düşünce adamlarından yarım asır sonra Necmettin Erbakan, Türkiye Odalar Birliği Başkanlığı mücadelesine girişti. Bu sıradan bir koltuk mücadelesi değildi. Erbakan zaten 40 yaşına kadar, profesörlük dahil, bürokratik bir çok makama zaten ulaşmıştı.

Erbakan, Odalar Birliği mücadelesi yanında müşahhas organizasyonlar da yapıyordu. Adını Ahmet Gümüşhanevi hazretlerinin Gümüşhanevi dergahından alan Gümüş Motor, yerlilerin de motor üretebileceği gerçeğini ispatlamak için, teknolojiyle Batı’nın diktiği makina kutsalını yıkmak için, yapılan bir hamleydi.

Benzer bir çaba MHP çizgisinde sürüyordu. 9 Işık’ın danışma kurulunda Mümtaz Turhan gibi bir büyük deha vardı.

Adil Düzen’in ve 9 Işık’ın yerli malıcılık ısrarı zamanla görülmez hale getirildi. Söylem Erbakan etrafında Refah dönemiyle dindarlık-laiklik çelişkisi üzerine yoğunlaştı. MHP’de ise yerlicilik eğiliminden ziyade Kürtçülük karşıtı bir eğilime yönelme oldu.

Türk Sağı’nın ana temalarından biridir yerli malı üretim… Bunda şaşacak bir şey yok. Ama Turgut Özal’la birlikte bu tezimiz de çöpe atıldı. Çünkü Özal’ın da içinde bulunduğu Tarihin Sonu tezcilerine göre yerli malıcılık üçüncü dünyacılıktı, çöken komünizmin kalıntılarından biriydi.
Açıkça söyleyelim son dönemlerde yerlilik idealini ve üretim seferberliğini seslendiren sadece BTP Genel Başkanı Haydar Baş oldu.

Tiyatro sahnesi TBMM

Kamera TBMM Genel Kurulu’nda… CHP İstanbul Milletvekili Kemal Derviş, CHP adına konuşuyor.  Derviş, CHP adına konuşuyor ama Ak Parti Hükümeti’nin ekonomi politikasını övüyor. Bir muhalefet sözcüsünün, iktidarın ekonomi politikasını övmesi görülmüş şey değil. TBMM’de ilginç bir tiyatro uygulanıyor. CHP sıraları susuyor, Ak Parti sıraları alkışlıyor Kemal Derviş’i.
Aslında Kemal Derviş, kendi kendisini övüyordu. Çünkü uygulanan politikalar Kemal Derviş politikasıydı.

Kemal Derviş’in söylediği ve uyguladığı yeni bir şey değil. Küreselleşme, sürdürülebilir kalkınma vs. Küresel sistemi yormayalım, uyumlu olalım, mutlu olalım. Sürdürülebilir kalkınma demek, terbiyesizliktir. ‘Çağdaş İngiliz-Yahudi Medeniyeti’nin tayin ettiği çizgide, tayin ettiği kadar büyümek demektir.

Millileşme kartı

Başbakan Erdoğan da tam bir Türk politikacısı… O da Abdülhamit, İttihat Terakki, Cumhuriyet dönemi politikacıları gibi, Batı tarafından sıkıştırıldıkça millileşme kartını oynuyor.

Başbakan bu sefer millileşme kartını sadece yabancı malı boykotlarıyla sınırlandırmıyor.

Boykot yapacağız ama alacağımız yerli marka yok market reyonlarda.

Başbakan da olayı görüyor ve bir üretim seferberliğine yöneliyor. Bunu lafta da bırakmayıp teşviklerle realize ediyor. Hükümetin aldığı son teşvik kararları millileşme açısından ileri bir adımıdır. Geçmiş yanlış politikalardan dönmedir ve iyi bir karardır.

Ve Başbakan yerli marka otomobille bu çıtayı daha da yükseltiyor. Projeden aydınlar heyecan duymalı. Ama bazılarının bu işlere kafası basmıyor.

Önce Hayim Nahum Meselesi

Başbakan’ın öne çıkardığı ‘yerli marka otomobil projesi’ne karşı çıkan iki isim var. Birincisi TOFAŞ’ta Koç’un ortağı Jak Nahum, diğeri İshak Alaton… Bu isimler vasat işadamları değil. Bunların ortak paydalarını alarak, dertlerini anlamaya çalışıyorum.

Milli Gazete yazarı Şevket Eygi’yi okuyanlar bilir… Eygi sürekli olarak Lozan’daki gizli protokollerden söz eder ve Lozan’da Hayim Nahum etkisini vurgular. Jak Nahum’un yerli markaya saldırısı ile Lozan arasında kuruyorum. Jak Nahum’un telaşı, Lozan’da dedesi Hayim Nahum’un kurduğu yapının kırılması. Eygi’nin söylediğine göre anlaşmada Hayim Nahum’un kumpasları gizlidir.

Ben bunları söylerken Lozan’ın hezimet olduğu tezini de kabullenmiyorum. Atatürk, Lozan’da olguları görerek karar vermiştir. Pratikte doğru yapmıştır. Ama bu durum bizim Hayim Nahum meselesini araştırmamızı ve torunu Jak Nahum’un sataşmalarına cevap vermemize engel değildir.

Alaton’un oyunu yerli markayı yerli malına indirgemek

İshak Alaton’un çıkışlarını anlamaya çalışıyorum. Önce ‘Varlık Vergisi için devlet özür dilesin’ açıklaması, ardından yerli markaya saldırı.
Alaton’un çıkışı sıradan bir karşı çıkış değil, edepsizce bir sataşmayı ihtiva ediyor: "Yerli otomobil rüya, çöpe atın gitsin."

Bunu anlaya çalışıyorum. Bunu Jak Nahum’dan daha kolay çözüyorum. Birincisi kuruluşuna bakıyorum Alarko Holding’in. Bu yapının doğuşunda NATO etkisini görmemek mümkün değil. İkincisi 28 Şubat sürecine bakıyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yürümeye mecali olmayan hurda tanklarını reorganize adı altında İsrail’le birlikte yenileştirilmesini Alarko Holding yapıyor. Bu tanklar şimdi hurda bile olamayacak niteliksizlikte.

İshak Alaton yerli otomobil üretimine karışı çıkarken, bir kurnazlığa başvuruyor. İşi, yerli markadan saptırıp, yerli üretime indirgiyor. Ve yerli marka üretim projesini Çin örneği ile maliyet cenderesinde boğmaya çalışıyor.

Mr. Alaton geç bu işleri, biz olayı çözdük artık.

Nasıl Mercedes’in bir çok parçası Bursa’da, Kocaeli’de, Çorlu’da üretiliyorsa, bizim yerli marka otomobilin bazı parçaları Çin’de, Tayvan’da üretilecek. Biz de elbette maliyeti düşüneceğiz.

Lozan ve NATO deneyimleri, darbeler, çatışmalar çok şey öğrendik. Kendimiz olmaktan başka çare yok! Düşünürümüz Mirzabeyoğlu, ‘bütünün parçaların toplamından fazla bir şey olduğunu’ söyler.

Marka budur Mr. Alaton!

Yerli burjuvazimiz olmazsa, sermayeyi kediye yüklemiş olacağız. Sıkışınca bir kısmı borsadan kaçacak, bir kısmı İsrail’e uçacak sermaye ile gelecek tahayyülü mümkün değil. İslami sermaye geyiklerinden arınıp, yerli sermaye olabilirsek, küresel olan karşısında var olabiliriz, var kalabiliriz.
Manifektür üretimi KOBİ mantığıyla içinde önemseyen entegrasyoncu, birbirine eklemlenen, değişkenliğe imkan sağlayan, fabrikasyonu tamamlayan, Çin’in asıl gücünü oluşturan modelleri fikri zemine oturtmalıyız. Yerli sermaye, bu zemin üzerinde değişime ve rekabete dayanabilecektir. Fason üretimle marka düşüncesi paralel yürümek zorunda!

Tarihin Sonu tezini sonlandıran İslam dünyası olamadı! Bin Ladin ve Taliban çıkışları Batı’nın beslemelerinin yanlış çıkışlarıydı sadece. Tarihin Sonu tezinin sonunu Çin’in Üretim İlişkileri Devrimi getirdi. Çin, kapitalizmin dünyanın tek modeli dayatmasını yıktı. Kolektivist ekonomi ile kapitalist ekonominin ortak paydasını buldu, uyguladı. Ali Bulaç’tan Taha Akyol’a sağ entelektüeller Japon kırması Francis Fukuyama’nın ötesine geçemedi. Fehmi Koru kayınpederi Adil Düzen teorisyeni Süleyman Karagülle’ye inat Fukuyamacılık’ta direndi.

Hükümet, yerli marka otomobil ve yerli üretim teşvikleriyle Üretim İlişkileri Devrimi'ni anlamanın işaretlerini veriyor. Eğer bu devrimi algılayabilirsek, Bilgi Çağı’nın ötesinde oluşan Terkip Çağı’nı biz de yakalayabiliriz. Bu bizim için de bir kurtuluş olabilir.

IV. Hatime: Eşeği öldürene sürütüyorlar!

Ama hayat acı gerçeklerle yüzleştiriyor bizi. Her zaman ideallerimiz yolunda yürüyemiyoruz. Eşeği öldürene sürütüyorlar! Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu Demokrat Parti’ye çıkarttılar, İmam Hatip Okulları’nı CHP’ye açtırdılar, Apo’yu MHP’ye affettirdiler, Siyonizm karşıtı Erbakan’a da İsrail’le askeri anlaşmalar ve Alarko’yla tank reorganizeleri yaptırdılar.

Derken Mr. Alaton’la ilgili bir kitap gözüme ilişiyor. Kıymetli dostum Mehmet Gündem yazmış: ‘Lüzumlu Adam İshak Alaton’… Mehmet Gündem’i anlamakta zorluk çekiyorum. Biyografisine girmemesi gereken lüzumsuz bir kitap yazmış. Ama zıtlık ortada.

Evet hala eşeği öldürene sürütüyorlar!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder