22 Mayıs 2012 Salı

Türk Sağı'ndaki 4 eğilim

Geçtiğimiz aylarda Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nin kongresi yapıldı. Ben de kongrede bulunanlardan biriydim. Kongre sırasında konuşmak için söz alanlar oldu. Bunlardan biri de Mustafa Miyasoğlu idi. Miyasoğlu söz alınca, bir grup yazarın yüzünü buruşturduğunu gördüm. O gün bugündür bu, buruşuk yüzler aklımdan çıkmıyor. Bu yazının müsebbibi onlardır!

Mustafa Miyasoğlu, Türk Edebiyatının üretken yazarlarından biri... Edebiyatın hemen her sahasında kalem oynatması ve bu sahalarda kalıcı eserler üretmesi, onun edebiyatımızın kalıcı isimlerinden biri haline gelmesini sağlamıştır.

Önce sağ edebiyatta temayüller

Benim Mustafa Miyasoğlu’nda kendi payıma aldığım akıl akçeleri ise onun eserlerini ortaya çıkaran bakış açısı ve kazanımların bir sonucudur. Meseleyi şöyle açabiliriz... Türk Sağı, kültür ve sanat dünyasında dört eğilimle kendini gösterir. Bu eğilimleri Milliyetçi Edebiyat, İslamcı Entelektüel 


Edebiyat, Tebliğci Edebiyat ve Hisar Edebi Çizgisi...

Bu eğilimlerin kendi içinde başarıları ve başarısızlıkları var. Mesela Milliyetçi Edebiyat tarih ve Dış Türkler meselesine ağırlık verir ama kendi hayatımızı bir türlü anlatamaz. İslamcı Entelektüel Edebiyat, İkinci Yeni türevi olarak hayata gözlerini açtığı için her şeyden önce uydurma bir dil kullandığı ve şehri yorumlayamadığı için, şiir vadisi dışında kendini gösterememiş, roman çapında bir yazı dili kuramamıştır.  Tebliğci Edebiyat, insanlara dini öğretme sevdasından edebiyatın kendi şartlarını yerine getirme gerekliliğini ihmal etmiştir. Ve Hisar Çizgisi, sanatın gerekliliklerini öne çıkarmakla birlikte, sanatın işlevini, ideal yönünü ihmal etmiştir.

Şehri bir yabancılaşma merkezi olarak görmek

Miyasoğlu’nun yetiştiği dönemde sağın hakim sanat temayülü Entelektüel İslamcı Edebiyat’tır... Bu temayül, edebiyatın tek malzemesi olan dili kötü kullanarak, kendisini tarihin dışına atmıştır. Bir nesir dili, yazı dili kuramamıştır. Enis Batur ve Hilmi Yavuz benzeri ‘ecnebi’ edebiyatçılardan ‘aferin almak’ dışında bugüne pek bir şey bırakamamışlardır. Şehri bir yabancılaşma merkezi olarak gören ve onu dönüştürmeyi göze alamayan bir eğilim olarak bir kısım bürokrat ve milletvekilinin fantazisi olmuştur. Kimse bu adamlara şehirden nasıl ve nereye kaçacaksınız? Başka gidecek bir yer mi var ? diye sormamıştır, ‘Köyden rönesans doğmaz!” dememiş anlaşılan. Bu konuda bir alternatif olmadığı gibi, şehirde getto’ya ve cemaat’e yönelmek de çözüm değildir. Çözüm cemiyetle birlikte ve onunun değerleriyle barışık bir entelektüel olarak önünde olabilmektir.

Eğer bugün ‘kentsel dönüşüm’ adına yeni bir şehir inşa etmeye kalkışıyorsak, önce bir şehir fikrimiz olmalı.

Eğer şehri dönüştüremezseniz yok olursunuz!

Evet modernleşme ve şehirleşme; yabancılaşmaya her an kapı aralayabilecek bir değişim kapısıdır. Bu kapıdan girmemek bizi gettocu ve cemaatçi dar kalıpların içine hapseder. Entelektüel İslamcı Edebiyat, “bu deveyi gütmeli, bu diyardan gitmemeli” diyememiştir. Onların bıraktığı boşluk korkunçtur. Çünkü şehir fikirdir... Eğer onlar ‘dil kırmayı’ edebiyat zannetmeselerdi, bugün İslamcı Siyasetin ortaya koyabildiği bir şehir pratiği ve giderek bir modernleşme projesi ortaya çıkabilirdi. Entelektüelsiz İslamcı Siyaset, İmam-Hatip mezunları hareketine dönüşerek millet düşmanı batıcı mekanizmaların ‘öteki’ oyununa gelmiştir. Evet sadece iyi değil, ayakları yere basan ‘geçerli’ bir önermeniz olmalıydı.  Hep yanlış örneklerden hareketle “bunu yapma, şunu yapma, onu da yapma” üzerine kurulu değillemelerle bir dünya görüşü ve yaşama biçimi inşa edemezsiniz. Keşke Miyasoğlu, Devlet ve Zihniyet’i daha açabilseydi ve keşke İslamcı Siyasetin böyle bir arayışı olsaydı.

Cengiz Aytmatov, Barış Manço, Yahya Kemal, Tanpınar, Erol Akyavaş, Murat Kekilli, Okay Temiz bu dahiler bir terkibin eseridir. Sormamız gerekiyor biz bu terkibin neresindeyiz?

O çok beylik laf, “Batı’nın teknolojisini alalım da kültürünü almayalım” tezi, her neslin deneyimleriyle yanlışlığını perçinlemiş vaziyette. Anlatmak istediğim şey, yerli entelektüel birikime yaslanma-ma-nın bizi nerelere götürdüğüdür. Oysa bizden çoktan önce Yahya Kemal, Tanpınar, Necip Fazıl, değişerek devam etmekten başka bir yol olmadığını bize söylemişlerdi. Bu muhafazakar birikime yaslanarak dönemin zaaflarından kendini kurtarmış iki edebiyatçıdan biri Durali Yılmaz, diğeri de Mustafa Miyasoğlu’dur.

Bütüncül medeniyet algısı

İslamcı dönem arkadaşları Batıcı ecnebilerin peşinde koşarken Miyasoğlu, kendisinin özellikle işaret ettiği bir geleneğe yaslanarak başta roman olmak üzere tiyatro, eleştiri, deneme ve araştırma sahalarında eserlerini bir bir ortaya koymuştur. Bir başka husus, dönemin Ortadoğu İslamcılığı’na Miyasoğlu’nun hiç mi hiç bulaşmamasıdır. Osmanlı, tasavvuf ve ehlisünnet düşmanı bu yabancı İslamcılığa Miyasoğlu, eserleriyle en güzel cevabı vermiştir. Dönemeç romanında Seyyid Burhaneddin’in anlatıldığı sayfaları, okuduktan yirmi yıl sonra şu an hatırlamak ne güzel bir duygudur.

Bir geleneğe yaslanmak

Bence Miyasoğlu, sağ edebiyat eğilimlerinden alınmaması gereken yönleri almayıp, gerekli olanları alarak ortaya külliyat çapında eserler ortaya koyabilmiştir. O millicidir, ama milliciliği tarih ve Dış Türkler’le sınırlı değildir. Milli Kültürü bir bütün olarak algılar. O bunu sıradan bir tercih olarak değil, hayati bir gereklilik olarak görür ve eserlerinde işler. Edebiyat geleneğimize işaret eder ki, Ahmet Mithat Efendi’den, Muallim Naci’den Akif’e, Ziya Osman Saba’ya, Asaf Halet’e, Necip Fazıl’a ve Sezai Karakoç’a uzanan bir devamlılıktır bu. Dahası Haldun Taner başta olmak üzere, Batıcı kültür ve sanat adamlarının önemli bir kısmını da bu edebiyat geleneğinin içinde görür o. Ayırımcı değil, kuşatıcı bir bakıştır bu.

Başarı, ‘insanda beşeri olanı yakalamak’

Miyasoğlu, Sağ’daki temayüllerden Tebliğci Edebiyat’ın suyunu çıkardığı abartılı tebliğ ile Hisar Edebi Çizgisi’nin ihmal ettiği misyon arasında dengeyi kurarak, örnek edebi eserler vermiştir. Bence bir üniversitelinin okuyabileceği en iyi gençlik romanlarından biri Kaybolmuş Günler’dir. Ben kaç defa okuduğumu bilemediğim Kaybolmuş Günler’in kahramanı Beşir Güner’in şahsında kendi hayatımdan bir şeyler bulmuşumdur. Zaten Tanpınar sanatta başarıyı, ‘insanda beşeri olanı yakalamak’ diye özetlemiyor mu?

Hatime: Dilin yoksa konuşamazsın!

Netice itibariyle Miyasoğlu’nu görünce yüzünü buruşturanlar, ‘Niçin bir nesir dili oluşturamadık?’ Sorusunun cevabını bulmak zorundadır. Dilin yoksa konuşamazsın! Miyasoğlu kendi nesir dilini kuran, devamlılık fikri olan, inşacı bir ustadır. Birbirimizin her dediğini kabul etmek zorunda değiliz. Ama edeple dinlemek erdemdir, güzel ahlaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder