1.Ustanın çırak için önemi: yolları kısaltmak
Tanpınar; Yahya Kemal’i anlatırken, onun kendi hayatını kolaylaştırdığını söyler. Ustanın çırak için önemi buradadır: ‘yolları kısaltmak’…
Yaşayarak öğrenmek, insanın ömrünü çürütür, verimsizleştirir.
Yaşarak öğrenen, sürekli deneme yanılmayla vakit kaybeden insanın yaşama sevinciyle hayata bakması mümkün değil.
2.Miyasoğlu tecrübesini gözlemek
Yahya Kemal, Tanpınar’ın hayatını kolaylaştırdı.
Tanpınar, Mehmet Kaplan’ın hayatını, Mehmet KaplanOrhan Okay’dan Mustafa Miyasoğlu’na genişçe bir kuşağın hayatını kolaylaştırdı.
Miyasoğlu’nun üretkenliği ve geniş ufkunda Mehmet Kaplan’ın derin izleri vardır.
Hilmi Yavuz; İkinci Yeni etkisinde gelişen Entelektüel İslamcı Edebiyat’ın Müslüman şair Ziya Osman Saba’ya bile ulaş-ma-dığına dikkat çeker.
İkinci Yeni, Edebiyat-ı Cedide’ye benzer… İkisi de ecnebidir. Meraklısı Hikmet Kıvılcımlı’nın ‘Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi’ adlı eleştirisine bakmalı. Attila İlhan ve Yusuf Kaplan’ın İkinci Yeni eleştirilerine ayrıca önemli.
Miyasoğlu, ‘Edebiyat Geleneği’ adlı eserinde Ahmet Mithat Efendi’den Muallim Naci’den başlayarak Türk Edebiyatı’nın sonsuz bir derya oluşuna dikkat çeker. Ziya Osman Saba ve Asaf Halet Çelebi hakkında müstakil eserler yazarak çok geniş bir çerçevenin uyanmasını sağlar.
Benim yazma serüvenimin ip uçlarında Miyasoğlu’nun Mehmet Kaplan’dan naklettiği ‘yazar gibi yaşamak’ nasihati etkili olmuştur. Mehmet Kaplan’ın öğrencisi Orhan Okay’ın vasat da olsa bir talebesi olmak ise ayrı bir şeref…
Kaya Bilgegil, Fahrettin Kırzıoğlu, Türükoğlu Gökalp, Kemal Yavuz, Saim Sakaoğlu, Şerif Aktaş, Bilge Seyidoğlu, Ali Berat Alptekin Erzurum Edebiyat Fakültesi’ndeki hocalarımızdı.
Bana Yahya Kemal’in önemini anlatan tez hocam Kemal Yavuz olmuştur. Tanpınar gibi bir dehanın yollarını kısaltan Yahya Kemal’i ‘Eski Şiirin Rüzgarıyla İndeks-Sözlük’ adlı mezuniyet tezimle tanımak şüphesiz benim hayatımı da kolaylaştırmıştır.
Suya girmeden yüzme öğrenemezsiniz. Yüzmek için boyumuzu aşmayan bir seviyede suya girmeniz gerekir.
Yazmak, onbinlerce yıldır insanoğlunun yaptığı bir iş. Bugün biz de hayallerimizi ve düşüncelerimizi yazı ile ifade etmek durumundayız.
Yazmak bütün medeni eylemler gibi çevreyle ilgili bir durumdur.
Düşünce sohbet üslubuyla yazıya geçirilince, o metin deneme türüne girer. Deneme, sözlü kültürle yazılı kültürün köprüsü gibidir.
1533’de doğan Montaigne adını bugüne bırakan ‘Denemeler’i, yüzyılın sonuna doğru yazmağa başlar. Denemeler’in yazarı, bazılarına göre düşünür bazılarına göre izlenimci bir eleştirmendir. Ama herkesin kabul ettiği nokta, onun eserinden sonra denemenin edebi tür olarak benimsendiğidir. Ondan önce fikir sahasında üretilen eserler yazarın gördüğü, sezdiği bazı gerçekleri diğer insanlara duyurmak için yazılmıştı.
4.Montaigne: Benim yaptığım kendimi öğrenmektir
Montaigne’nin mutlak doğruyu bulmak ve yaymak gibi bir meselesi yoktur. O kitaplar, olaylar ve insanın ruh halleri hakkında sezgilerini yazıya döker. “Benim yaptığım bildiklerimi söylemek değil kendimi öğrenmektir; başkasına değil kendime ders veriyorum.”
Montaigne bugün bilinçakımı denilen anlatım tekniğini metot olarak kullanır. “Konumu (kendimi) hep aynı halde bulundurmak elimde değil. Doğal bir sarhoşlukla, salma serpile yürüyüp gidiyor. Onu belli bir noktada canımın istediği bir andaki haliyle alıyorum. Duruşu değil geçişi anlatıyorum: Fakat yaştan yaşa yahut halkın dediği gibi ‘yedi yıldan yedi yıla’ geçişi değil, günden güne, dakikadan dakikaya geçişi. Hikâyemi saati saatine yazmam gerekiyor. Az sonra değişebilirim. Yalnız halim değil amacım da değişebilir. Benim yaptığım, değişen ve birbirine benzemeyen olayları, kararsız ve bazen çelişmeli fikirleri yazıya dökmektir.”
Montaigne yazma sürecinininsanı değiştiren bir yönü olduğunu söyler: “İnsanın kendini anlatmasından daha zor ve daha yararlı hiçbir şey yoktur. Üstelik meydana çıkmak için insanın süslenmesi, kendine çekidüzen vermesi gerekiyor. Ben durmadan kendimi düzenliyorum, çünkü durmadan anlatıyorum.”
Süsleme ve düzenleme kelimeleri sürekli yazmayla ortaya çıkan zorunlu muhasebeyi işaret etmektedir. Öyle ki insan yazdıkça değişmekte, değiştikçe yazmaktadır.
Montaigne bu iç gözlemi yapabilmek için, bir nevi fildişi kulesine çekilmektedir. “Sonra bir taraftan bu işin o kadar garip bir zevki de var ki, insanı dünya işlerinden, hem de en değerli dünya işlerinden çekip alıyor. “Ben gönlümce yazabilmek için evime çekiliyorum. Kimsenin bana el uzatamayacağı, söz edemeyeceği bir ülkede oturuyorum.”
5.Mehmet Kaplan’da Yazmak Problemi
Mehmet Kaplan, üniversite çevresinde bugün bile otorite hüviyetini koruyan öğretim kadrosunun içinde yetişmiştir. Bu çevre içinde kazandığı ilmi birikim ve yöntemleri, eserler vererek değerlendirmiştir.
Üniversite çevresinin ilmi karakteri, onun ‘Milliyetçi-Anadolucu’ hatta ‘köycü’ çizgisini derinleştirmesine yardım etmiştir.
Mehmet Kaplan’ın kullandığı kelimelerin coğrafyasına baktığımızda, tamamıyla yaşayan kelimeleri görürüz, ‘Anadolucu’ oluşu arkaik ve mahalli kelimelere ağırlık vermesine yol açmamıştır. Hatta bu yüzden deneme türü için bu dil, biraz yavan da sayılabilir. Diğer yandan yaygınlaşan uydurma kelimeleri kullanmakla, yaşayan dil dağarcığının genişlemesine yardıma olmuştur.
Kaplan: Köye gidip toprakla temas etmeyi devamlı düşündüm
Kaplan, yüksek tahsilden sonraki yönelişini şu şekilde anlatır. “Politikacı olmadığımdan Anadolu’nun meseleleriyle doğrudan ilgilenemedim. Köye gidip toprakla temas etmeyi devamlı düşündüm, fakat gidemedim. Bunun üzerine üniversitede kalmaya karar verdim. Anadolu’da tarih boyunca ortaya konulan edebi metinleri incelemeye koyuldum. Bunları da milli kültürümüzün toprağı olarak kabul ettim ve şerh ederek bu toprağı sürmeye başladım.”
Türkiye’nin Montaigne’i
Kaplan’ın araştırma, inceleme ve eleştirileri yanında kültür hayatımızın meseleleri hakkında denemeleri de vardır. Denemelerinden dolayı Türkiye’nin Montaigne’i olarak nitelenmiştir.
Türkiye’nin Montaigne’i yargısına nasıl varılmıştır anlamak zor. Çünkü Montaigne denemelerinde sezgiyi öne alan bilinçakımını anlatım tarzı olarak kullanırken, Kaplan’da ilmilik değişmez bir özelliktir.
Denemelerinden bir kısmını ‘Nesillerin Ruhu’, ‘Büyük Türkiye Rüyası’, ‘Kültür ve Dil’ adıyla kitaplaştırmıştır.
Kaplan sürekli yazmak fiiliyle beraber olduğundan, yazıları büyük bir yekûn tutmaktadır. Yazarın sosyal görevlerini şöyle işaret eder: “Yazar önce içinde yaşadığı dünyanın nasıl bir dünya olduğunu görmeli ve göstermelidir. Fakat bu yeterli değildir. O insanların nasıl bir dünyada yaşamak istediklerini de belirtmelidir.”
6.Hatime: Ustasız yapılan kuyu ya mezar ya zehir
İnsanın temel motivasyonu açlık duygusunu gidermek. Susuzluk, açlıktan daha vahim bir öncelik.
İnsanın suya ulaşmak için kuyu kazdırması doğal bir yöneliş.
Esnaf ve sanatkarın piri Ahi Evran, Malatya’da bir adamın su kuyusu yaptığını görür. Adama kuyuyu nasıl yaptığını sorar.
Adam, bir ustaya danışmadan, kendi kafasına göre yaptığını söyleyince, kuyuyu kapatmasını söyler.
Ustasız yapılan kuyu, insana ya mezar olur ya zehir…
Bizim yollarımızı kısaltarak, zehirlenmekten koruyanlar ustalarımızdır.
Ustalar, bize yol ve yordam öğretir…
Bilgi; ustasız öğrenilebilseydi, internet yazarları Tolstoy’u ve Tanpınar’ı geçer, facebook insanlığın en hikmetli tarikatı olurdu. Oysa bilginin oto yolu ustasız bir akış haline gelince, bir eğlence aracına dönüşüyor.
Yazı, bilgi, kitap… Yollar hep ustalara çıkıyor. Selam olsun onlara…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder