1.Geri kalmışlık ne zaman başladı?
Geri kalmışlığın sebebini hep tarihte aramak adetimizdir…
Kimimiz Tanzimat’ı, kimimiz Lale Devri’ni, kimimiz İttihat ve Terakki’nin iktidara gelişini, kimimiz de Cumhuriyet’in kuruluşunu geri kalışımızın miladı olarak alırız.
Tarih bilmeyenler ise çıkar durumuna göre ya mevcut iktidarı ya da bir önceki iktidarı suçlayarak günü kurtarmaya çalışır.
İşte Ülgener toplumsal tarihi yorumlama işinin yukarıdaki seçeneklerden birini seçmek kadar kolay olmadığını anlatmaya çalışan adamdır.
2.Ortaçağlaşma ya da Yörük sırtından kurban kesmek
Ülgener’in ‘ortaçağlaşma’ kavramını çözümlemesini ağırlıklı olarak Beşir Ayvazoğlu’nun ‘Geçmişi Yeniden Kurmak’ adlı eserinden hareketle ele aldım.
Ülgener’e göre, Osmanlı’da iktisadi çözülme bir ‘ortaçağlaşma’ hadisesidir. Ülgener ‘ortaçağ’ kavramını bir zihniyet olarak ele alır. Kavramın ilericilik-gericilik çatışmasıyla ilgisi yoktur.
Ülgener’e göre ‘ortaçağlaşma’ “tüketim ve sarfiyata dayalı bir iktisat rejimidir.”
‘Ortaçağ’ kavramı toprağa bağlı ve merkeziyetsiz bir yapıdır. Bugünkü anlamda bir devlet hiyerarşisinin olmadığı yerel aktörlerin toprak ağalarının ve eşraflık ruhunun öne çıktığı bir yapılanma söz konusudur. Bu merkeziyetsiz yerel yapıyı Şerif Mardin ‘genişletilmiş statü sistemi’ olarak ifade eder. Kırsal alanda tarım, şehirde çarşı esnafının küçük üretimi belirleyicidir.
“Tüketim ve sarfiyata dayalı bir iktisat rejimi” olarak ‘ortaçağlaşma’, giderek ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’nin bir yönetme biçimine dönüşmüştür. Aynı anlayış bütün tarihimiz boyunca, bütün iktidarlar eliyle devam etmektedir. Bu hastalık sivil toplum örgütlerinde, sendika, vakıf, dernek, spor kulübü ve partilerde de aynen devam etmektedir. Mesela bütün spor kulüpleri borç batağında. Borçsuz tek takım İlhan Cavcav’ın yönettiği Gençlerbirliği.
Önce tüketen ve borçlanan bu anlayış ortaçağ’dan bugüne tarihimizin vazgeçilmezi olmuştur. ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’ alışılmış tahsilat yolları daraldıkça, yeni kaynak üretme biçimleri bulmakta mahirdir.
Ülgener’e göre bu yaklaşım faizi ve tefeciliği cazip hale getirmiş, ‘tefeci kapitalizm’ giderek meşrulaşmıştır. Hikmet Kıvılcımlı’nın tahlilinde bu durum ‘tefeci bezirgan’ takımı olarak tanımlanır.
Yerli ‘tefeci kapitalizm’, Batı’da olduğu gibi üretim odaklı, iş ve kredi organizasyonu değildir. ‘Ortaçağlaşma’ ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’nin ‘tefeci bezirgan’ takımıyla ittifakı elinde üretim kaynaklarını tıkayan bir mekanizmaya dönüşmüştür.
Alınan borçlar, kamu maliyesinin hesapsız açıklarının faizini ödemeye harcanmıştır. Yeni borçlanmalar zorunlu hale gelirken ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’ devlet adına lüks tüketime hiçbir zaman ara vermemiştir.
15.Yüzyıl sonlarından 19. Yüzyıl’a kadar Osmanlı iktisadının hakim çizgisi ‘ortaçağlaşma’ olmuştur.
Kıvılcımlı, ‘tefeci bezirgan’ kavramını kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin yerel aktörleri için kullanır. Devleti haraca bağlayanlar gayrimüslim tefecilerdir. Galata Bankerleri, Ermeni ve Yahudi tefeciler eliyle iç borçlanma artarken giderek yabancı devletlerden ve bankerlerden borç alma sürecini başlatmıştır. Yabancı devletler giderek Osmanlı’dan alacaklarını ülke içinde Duyun-u Umumiye idaresi eliyle kendileri sağlama yoluna gitmiştir. Ormanlar, madenler, vergi ve gümrük gelirleri Duyun-u Umumiye idaresi eliyle yabancılara verilmiştir. Cumhuriyet döneminde Duyun-u Umumiye idaresi kaldırılmakla birlikte Osmanlı dönemi borçlarının ödemesi 1950’ye kadar devam etmiştir.
3.Nazım Hikmet’in komünizme karşı akrabası
Sabri Ülgener, Nazım Hikmet’in akrabalarındandır… Nazım Hikmet’in anneannesi Leyla Hanım’ın annesi Ayşe Sıdıka Hanım ile Ülgener’in anneannesi Hatice Hanım kardeştir. Ayşe Sıdıka Hanım ve Hatice Hanım’ın babaları Hafız Mehmet Paşa’dır.
Ancak akrabalığa rağmen Ülgener’in siyasi eğilimiyle Nazım Hikmet’in eğilimi birbirine 180 derece zıttır.
Ülgener’in Marksizm karşıtlığı 1960’lı-70’li yıllarda süreç içinde oluşmuştur. Ülgener’in temelde Max Weber’i esas aldığı hep söylenir. Ama onun komünizm karşıtlığı, agresif Sol’a tepki olarak gelişmiştir. O üniversitenin solun arenası haline getirilmesine karşı tavır alır. İktisat Fakültesi’nde İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu’nun dersleri miting havasında geçmeye başlar. Sol’un kendisini ‘bilimsel sosyalizm’ başta olmak üzere bilimsel kılıfla takdim etmesine karşı gelir. Hoca bilimin proleter ve burjuva bilimi olarak ikiye ayrılamayacağını anlatmaya çalışır.
Weber’in aydınların seçkinci tavrını eleştirisiyle ‘Bürokratik Yönetim Geleneği’nin Sol’e evrilerek jakoben-buyurgan bir yapıya bürünmesini ‘Aydınlar Sosyolojisi’ adlı önemli makalesiyle ele alır.
Ülgener’e CIA Ajanı dediler!
Ülgener, en basit eleştirilerden birinin kapitalizm eleştirisi olduğunu ancak iktisadi gelişme ve piyasa mekanizmalarının kapitalizmin dışında ekonominin doğası olduğunu vurgular. O bu tavrı ve Marksizm’e karşı oluşu nedeniyle Solcu Yeni Ortam gazetesinde ‘CIA Ajanı’ olarak suçlanır. Zaten bizde Sovyet işbirlikçileri muhaliflerini ‘CIA Ajanı’, İngiliz muhipleri ise ‘MİT Ajanı’ şeklinde suçlar.
Suçlamalara rağmen Ülgener’in farkında olan Sol çevreler de vardır. Şahin Alpay, Cumhuriyet gazetesinde yazdığı ‘Sağlıklı Bir Bilim Anlayışı’ adlı yazısında Ülgener’i saygın bir yere oturtur. Yalçın Küçük de Ülgener’in hakkını teslim eden aydınlardandır: “Aydın çalışması nedeniyle Sabri Ülgener Bey’in ‘Çözülme Devri Zihniyeti’ni yeniden okudum, kartlara geçirdim. Çok yararlandım. Sabri Hoca’nın izlediği yöntem yararlı olarak kullanılabilecek bir yöntemdir.”
4.Gümüşhanevi muhibbi taliksever bir adam
Ülgener, dostu Süheyl Ünver’in tanımıyla tam bir talik hat hastasıdır. Sadece talik hat örneklerini takip etmekle kalmaz aynı zamanda bazı talik eserlerin yeniden yazımlarını da yapar. Yazdığı talik eserlerden biri ailecek bağlı oldukları Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi hakkındadır. Bu talik hat eserinde ‘Ya Hazret-i Şeyh Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi kuddüse sırrıhu ve aziz” yazmaktadır.
5.Filozof iktisatçı
Ülgener, ‘Zihniyet ve Din’ başlıklı eserinde Osmanlı-Türk iktisadi rasyonalizasyon’un oluşma-ma-sında Batıni akımların etkisini ortaya koymuştur. Bu durum bir yönüyle Yahya Kemal’in ‘çözülme’ tezinin açılımı anlamına gelmektedir. Yahya Kemal şöyle der: “Eğer tasavvuf ve Melamilik raya girmeseydi tıpkı İngilizler gibi işinde ve ibadetinde çalışkan insanların cemaati olurduk.”
Ülgener, daha işin başında Weber’in etkisiyle Türk toplumunun yakın geçmişini kurcalarken şu can alıcı soruyla üstün körü ‘İslamiyet iktisadi kalkınmayı engellemiştir’ yaklaşımını sarsıyordu. O, temel soruyu ‘bizim insanımız neden iktisadi maddeden kaçıyor, yaşadığı dünyaya niçin yabancı kalıyor?’ şeklinde belirliyor ve bunu açmaya çalışıyordu.
Ahmet Güner Sayar, ‘Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması’ adlı eserinde Ülgener’in anlaşılma yollarını bize açar. Klasik felsefe geleneğinden mahrumiyet analitik iktisada geçemeyişte ciddi bir engel olarak görülmektedir. Maddeye doğru kuluçka dönemini yaşamadan, ani bir açılma ve toplumsal dertlerle yüzyüze geliş Osmanlı münevverinin alelacele ansiklopedist eğilimlere kapılmasına yol açmıştır. İşte toplumsal tarihi yorumlamada karşılaştığımız bu tıkanmayı Ülgener düşüncesiyle aşmaya çalışırız.
Eğer Sayar’ın ‘Bir İktisatçının Entelektüel Portresi Sabri F. Ülgener’ kitabını okumasaydım, Ülgener hakkında bu yazıyı kaleme almaya cesaret edemezdim.
6.Hatime: ‘Ortaçağlaşma’yı nasıl sonlandıracağız?
‘Şark Meselesi’, özelde Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması, genelde İslam Dünyası’nın sömürgeleştirilmesidir.
Modernleşme projesini sonuçlandıran Batı ülkelerinin hemen hepsi, sanayileşmede belirli bir ekonomik seviye tutturmuştur. Batı ülkeleri, sınıfsal ve itikadi iç uzlaşmasını önemli ölçüde sağlamıştır. Bu ülkeler, ekonomik güçlerini birbirleri karşısında kullanmayı bırakıp, ‘Şark Meselesi’ adını verdikleri Doğu’yu sömürgeleştirme uğraşını beraberce başarmıştır.
‘Şark Meselesi’, büyük oranda başarıya ulaştı. Osmanlı İmparatorluğu parçalandı, İslam Dünyası’nın sömürgeleşti. Afrika ve Amerika’nın tamamı Batı sömürüsüne maruz kaldı.
Asya’daki sömürü bizi daha yakından ilgilendiriyordu. Türkistan coğrafyası Rusya’nın, Çin Japonya’nın ve Hindistan İngiltere’nin sömürgesi oldu.
Tarih, et yiyenlerin ot yiyenleri, kuzeylilerin güneylileri, teknoloji üretenlerin üretmeyenleri ve bilgiyi dönüştürenlerin dönüştürmeyenleri yendiğini göstermiştir.
Osmanlı Devleti aslında et-ot, kuzey-güney dengesini sağlamış bir topluma sahipti. Teknoloji takibinde geri kalmışlığımız sınırlıydı. Bilgi üretimi konusunda Batı karşısında tartışılmaz önemli birikimimiz vardı. Ancak ‘ortaçağlaşma’yı sonlandırabilecek iç hamlemizi yapamadık.
Batı’nın ‘Şark Meselesi’ bakışının mağduru, ‘Büyük Paylaşım Savaşı’ denilen Birinci Dünya Savaşı’nın mağlubu olduk.
Osmanlı bakiyesi Anadolu ve Trakya, Türkiye Cumhuriyeti olarak yoluna devam etti.
Parti bilimi, devlet bilimi, ordu bilimi, cemaat bilimi olmaz. Parti bilimi oyununa gelen Sovyetler Birliği çözülmekten kurtulamadı.
Bugün “tüketim ve sarfiyata dayalı iktisat rejimi” olan ‘ortaçağlaşma’yı sonlandırabilecek bilgi birikimine vakıfız. ‘Biz ve onlar’ denkleminin dışına çıkarak rasyonel muhasebe’ye ulaşma şansımız var.
‘Ortaçağlaşma’yı sonlandırabilmek için Yerli Aydın’ın inisiyatif almasına ve Milli Burjuvazi’nin kendilikbilgisi’ne ulaşmasına ihtiyacımız var. Ülgener ve bütün Yerli Düşünce ustaları bu görev sırasında eserleriyle bize yol gösteriyor.
Yüce Allah, Ülgener ve bütün Yerli Düşünce ustalarına rahmet eylesin, mekanları cennet olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder