17 Eylül 2014 Çarşamba

Ne diyordu Sencer Divitçioğlu?

1.Köktürkler, Nuşirevan ve Peygamber Efendimiz
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed kendisinden önce yaşayan İran-Sasani hükümdarı Nuşirevan’ı adil bir yönetim kurduğu için övmüştür. Nuşirevan vefat ettiğinde Peygamber Efendimiz 30-35 yaşlarındadır.  
Nuşirevan bir Göktürk prensesiyle evlenmiştir. Bu evlilikten üç prenses doğmuştur.
Hazreti Ömer zamanında Sasani Devleti ile İslam Devleti savaşır. Savaş sonunda Sasani ordusu yenilir. Alınan esirler arasında bu üç prenses de vardır. Prenseslerden Şehr Banu Ğazele ile Hazreti Hüseyin evlenir. Bu evlilikten Zeynel Abidin dünyaya gelir. Diğer iki prensesle Hazreti Ebu bekir’in oğlu Muhammed ve Hazreti Ömer’in oğlu Salim evlenir.
Bugün ‘seyyid’ olarak nitelediğimiz insanların soyu bir yönüyle Hazreti Hüseyin vasıtasıyla Peygamber Efendimiz’e ulaşırken, diğer yönüyle Göktürk kökenli Sasani prensesi Şehr Banu Ğazele’ye dayanır.
Ahmet Sarbay’ın ‘Asr-ı Saadet’te Türkler’ kitabında kaynaklara dayanılarak anlatılan bu evlilik, İslam coğrafyasının önemli bir kısmını kapsayan fizikötesi yorumları gerektiren hikmetli bir evliliktir.
Sencer Divitçioğlu’nun yazdığı ‘Kök Türkler’ kitabı, Yapı Kredi Yayınları’nın neşrettiği 4 bini aşkın kitap arasında sınırlı saygın kitaptan biridir.
Göktürk Kağanlığı, 552-744 yılları arasında Orta Asya ve Çin’de hükümdarlık sürdürmüş bir Türk devletidir. Devletin kurucusu Bumin Kağan’dır. Bumin Kağan’ın kardeşi İstemi Kağan ülkenin Batı kanadını yönetir. Göktürkler komşuları olan ÇinSasani (İran) ve Bizans İmparatorluğu ile askeri, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmuştur.
Divitçioğlu’nun ‘Kök Türkler’ kitabının alt başlıkları ‘Kut, Küç, Ülüg’dür... Kut=kutsallık, küç=güç, savaşçılık, ülüg=üretkenlik demektir.
Ahmet Güner Sayar, ‘Kök Türkler’ kitabının “nice lafta Türk Milliyetçisine parmak ısırtacak” bir eser olduğunu söyler.
2.Ana hatlarıyla Divitçioğlu’nun hayatı
Anne tarafından Osmanlı Maliye ve Maarif nazırlarından Ahmet Zühtü Paşa’nın torunlarındandır. Babası Necmettin Divitçioğlu’dur. 14 Şubat 1927 tarihinde İstanbul’da doğar. 1950 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirir. Doktorasını Paris Üniversitesi İktisadi Bilimler Fakültesi’nde yaptı. ‘Marx’ta İktisadi Büyüme’ (1959) adlı teziyle doçent olur.
1960-70’li yıllarda İktisat Fakültesi’nde solcu öğrencilerin öne çıkardığı öğretim üyelerinden ikisi İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu’dur. Bu iki hoca o zaman ‘Marksist ikizler’ olarak görülür. Ahmet Güner Sayar, Divitçioğlu’nun Marksizm’i gündeme getirmekle anti-komünistlerin, ATÜT ile de Marksistlerin tepkisini üzerine çektiğini işaret eder.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, tahtayı kullanış tarzı, düzgün çizgileri, tabloları ve renkli tebeşirleriyle ders anlatımı çok sevilir. Dersleri Küçükömer’in mitingi andıran dersleri kadar olmasa da hep kalabalık olur. Bu dönemde militan solcu öğrenciler “İdris Sen-cer, İdris Sen-cer” diye tempo tutarak onların derslerini takip eder. İşçisiziz solun Che Guevera tarzı devrim hayalleri bu atmosferde yeşerir.
1975’ten itibaren Boğaziçi Üniversitesi’nde teorik iktisat dersleri verir.
1976 yılında profesörlüğe yükselir. 1977 yılında asistanı Asaf Savaş Akat ile ‘Toplum ve Bilim’ dergisini çıkarmaya başlar.
1982 yılında ihtilalin operasyonuyla üniversiteden uzaklaştırılır. ‘1402’lik’ diye tabir edilen öğretim üyeleri arasında yer alır.  1982-1984 yılları arasında Paris Üniversitesi’nde davetli profesör olarak dersler verir.  
‘Sencer Divitçioğlu Anlatıyor’ kitabı
Divitçioğlu hakkında; Hakan Güldağ ve İbrahim Ekinci tarafından ‘Sencer Divitçioğlu Anlatıyor’ isimli bir kitap hazırlanmıştır. ‘Sencer Divitçioğlu Anlatıyor’, sıra dışı bir bilim adamının, Sencer Divitçioğlu’nun bir iktisatçı-tarihçi olarak bilimsel yolculuğunun yanı sıra aile çevresi, çocukluğu, ilk gençliği, bilim ve sanat dünyasından tanıdıkları, bilim dışı ilgileriyle özgün bir tanıklığı yansıtmaktadır.
Bu kitapta Sencer Divitçioğlu’nun çok tartışılan Asya Tipi Üretim Tarzı’nın, Toplum ve Bilim dergisinin, üniversiteden uzaklaştırıldıktan sonra kendi deyimi ile ‘İktisadiya’dan tarihistan’a göçünün hikayesini okuruz.
3.ATÜT yolunda bir akademisyen
Sencer Hoca, çeşitli iktisat kuramlarını matematiksel bir dille ele alan teorik çalışmalar yapar. Daha sonra tarihle uğraşmaya başlar.
Sencer HocaKarl Marks’ın adlandırdığı ancak fazla üzerinde durmadığı ‘Asya Tipi Üretim Tarzı’nı yeniden ele alır.
Sencer Hoca’nın ATÜT’e dikkatini çeken Kemal Tahir’dir.  Sencer Hoca, ‘Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az Gelişmiş Ülkeler’ kitabıyla o dönem gündemde yer alan feodalizm konusuna açıklık kazandırır.
Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az Gelişmiş Ülkeler’ kitabı, Sahaflar’da kitapçılık yapan Arslan Kaynardağ’ın Elif Yayınları’ndan neşredilir.  30 sayfalık bu küçük kitap büyük yankı uyandırır. Kitap yabancı dillere çevrilir.
ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı) Türk Solu’nun ana tartışma konularından biridir. Marks’ın ‘alt yapı üst yapıyı tayin eder’ temel bakışının toplumsal hayata yansımasıyla ilkel komünal toplumdan sosyalist topluma doğru bir evrimle tarihsel bir zorunluluktur. Marks’ın toplumsal evrim şeması Ortodoks sol akımlar ve yazarlar tarafından tartışılmaz bir şablon olarak kabul edilir.
Kemal Tahir ve Sencer Divitçioğlu gibi aydınlar, Osmanlı’nın Batı’dan farklı bir toplumsal evrim geçirdiğini öne sürer. Behice Boran ve benzeri Ortodoks Marksistler, Marks’ın şablonunu savunmak için toplumsal tarihe ve hususen Kemal Tahir ve Sencer Hoca’ya savaş açar.
Sencer Hoca’ya göre Asya toplumlarında ve özellikle Osmanlı’da Batılı anlamda bir feodalite’den söz edilemez. Reaya ve sipahi arasındaki ilişkiyi şöyle yorumlar: “Reayanın toprağı tasarruf etme hakkı, onu hür köylü statüsüne sokmaktadır. Nitekim devletin bir memuru mesabesinde olan sipahinin reaya üzerindeki hakları, onun kişiliği üzerinde bir hakka dayanmayıp, toprağı işletmesinin sonucunda, devlete karşı görevli bulunduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesi için kullanılan bir hak olmaktadır. Osmanlı köylüsünün ne iktisadi, ne de hukuki bakımdan (Batı’da) ortaçağ serfinin tabi olduğu şartlara uymaz...”
Divitçioğlu’na göre Osmanlı toplumu sınıflı bir toplum olmasına karşın, bu toplumda sömürü yoktur. Toprakların mülkiyeti devlete ait olduğu için köylerde yaratılan artık-ürün de devlete aittir. Devletin el koyduğu bu artık ürünün bir kısmı mutlaka kamu işlerine ve hizmetine harcanmıştır.
4.ATÜT ve Ulusal Sinema
ATÜT çalışması Metin Erksan, Halit Refiğ, Duygu Sağıroğlu, Ayşe Şasa ve bir derece de Atıf Yılmaz gibi sinemacılar tarafından benimsenir. Kemal Tahir ekolü sinemada ‘Devrimci Sinema’dan farklı bir isimle ‘Ulusal Sinema’ adıyla kendini bir akım tanımlar. Halit Refiğ ‘Ulusal Sinema Kavgası’ adıyla bu görüşün sinemadaki yaklaşımlarını kitaplaştırır.
Ulusal Sinema Kavgası’nın yayıncısı da Kemal Tahir’in Sağ’daki müttefiki Nurettin Topçu çizgisindeki Hareket Yayınları’dır. Hareket Yayınları, bilahare Dergah Yayınları adıyla çizgisini sürdürecektir.
5.Divitçioğlu 1965’lerden bugünkü iktidarı gördü
Toplumun değişmesi doğal bir süreçtir. Ancak toplumların değişmesi bazen sorunlu bazen sağlıklı olur.
Sosyalbilimciler bu yüzden önemlidir. Sosyalbilimciler bizim içinde yaşadığımız için doğal gördüğümüz süreçleri yorumlayarak geleceğe ışık tutarlar.
Divitçioğlu’nun 1960’larda ATÜT’ten yola çıkarak yaptığı analizler bugünü anlamak için yararlıdır. Milli Görüş Hareketi’nin doğduğu günlerde daha Nizam Partisi bile kurulmadan yazılan şu satırlar Ak Parti’nin toplumsal dayanaklarını anlamak açısından oldukça faydalıdır:
Adalet Partisi içinde gelişen hareket ise mukaddesatçılar tarafından temsil edilmektedir. Öyle gözükmektedir ki, bu hareketin yüklendiği tarihi ve toplumsal görev, aslında üstyapı çelişkilerinden kalkarak, kuşatımı pek iyi belirtilmeden, asli sınıf ilişkilerine değinmek; yani bir yandan Batı emperyalizminin bir uzantısı olan burjuva kültürüne karşı Türk-Müslüman kültürünü savunmak, öte yandan emperyalist ve tekelci mason ve komprador iş çevreleri ile savaşmaktır. Böylece istenilen, emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin mutlak egemenliğini kırarak, Türk kültürüne dönük bir toplum kurmaktır. Bundan dolayı, Konya’da yeşermekte olan, önceleri ‘takunyalılar’ diye alaya alınan, şimdi de Türk kamuoyunu derinliğine ilgilendirmeye başlayan mukaddesatçılar hareketini yakından takip etmek gereklidir. Mukaddesatçıların, yukarda ana hatları verilmeye çalışılan asli ve tali sınıf ilişkilerinden hareket ederek, ideoloji ve eylemlerini sağlam bir toplumsal temele oturtmak üzere oldukları düşünülebilir. İşledikleri konu ve yerleştikleri ortam toplumun tali ve asli çelişkilerine dayanan bir potansiyeldir. Hareketin dayanağı, başlangıcı ve geliştiği ortam, Türk halk tabakasının iktisadi ve kültürel gerçeklerini yansıtmaktadır.
Fakat ne var ki, bu hareketin başındakilerin... verdikleri demeçler, niyetlerinin..., hakim sınıf içinde mutlak bir güce sahip olan büyük şehir komprador, mason burjuvazisinin egemenliği yerine Anadolu tüccar (yarın sanayici) burjuvazisinin egemenliğini ikame etmektir. Dünya görüşleri tam olarak belirlenmediğinden vakit henüz erkense de, bu hareketin de yakın Türk toplumsal tarihinin tanık olduğu gibi, levantenler ile Müslüman burjuvazi, ittihat ve terakkiciler ile itilafçılar arasındaki hakim sınıf çatışmalarına benzediği söylenebilir. O vakit, bu çelişme zincirine bir de mason-mukaddesatçı halkası eklenmiş olur.”
6.Sencer Hoca’nın Marks’tan kopuşu
Hasan Bülent Kahraman’ın yorumuyla ‘yeniden üretim nasıl olacak?’ sorusunun beklenen cevabı Sol’un Gordion düğümüdür.
Sencer Hoca’nın çok uzun bir akademik-entelektüel çaba sonunda Marksizm’den kopup tarihe yöneliyor.
Divitçioğlu Marksizm’den kopmadan önce Das Kapital’i çalışıyor. Fakat Kapital’in 1. cildiyle 3. cildi arasında teorik kopukluk ve çelişkiler görüyor. Açıklamak için uğraşıyor, olmuyor. O arada İtalyan asıllı Cambridge profesörü Sraffa’yı yakalıyor. Onun bazı çözümler getireceğini umuyor ama bir süre sonra Sraffa da yetersiz kalıp kenara çekiliyor. 
1980 dolaylarında kendisinin ‘bilim’ diyerek açıkladığı bir süreç sonunda Marks’tan büsbütün uzaklaşıyor. Marks’ın öncelikle ekonomik alandaki ‘imkânsızlıklarını’ dile getiriyor. “Marks bitti” diyor.

Divitçioğlu bunu sadece katı iktisat formülleri bağlamında değil Marks’ın sosyolojisi çerçevesinde de öne sürüyor. Asya toplumlarının farklı yapılar kurmasına karşılık Batı toplumlarının bütünüyle değişik özelliklere sahip olması Marks’ın dünyayı açıklamakta kullandığı tekli-doğrusal yöntemi çürütüyor ona göre.
Diğer eleştirisi ise Marksizm’in insanla ilişkisine yönelik. Marksizm’in insan demesine rağmen insanı unuttuğunu vurgular.
DivitçioğluMarks eleştirilerine rağmen “soldan yeniden bir şey çıkacağına inanıyorum” der.
 7.Hatime: Marksizmi bırakmak
 Sencer Hoca’nın bilimsel çalışmaları sonucunda Marksist İktisada ve Tarihsel Maddeciliğe veda eder: “İnsan çok önemli. Marksizm, insandan bahsederken insanı unuttu. İnsan sadece iktisadi çıkarları peşinde koşan varlıklar değil. Marksizmi bırakmakta zorlanma konusuna gelince... Zorlandığımı söyleyemem, bilim.”
 Sencer Divitçioğlu, geçtiğimiz hafta vefat eder. Yalıköy sakinlerindendir. Divitçioğlu’nun cenaze namazı Sarıyer’de kılınır. Demirciköy Mezarlığı’nda toprağa verilir.  
 Cenazesine yakınları ve öğrencileriyle birlikte İlber Ortaylı, Hasan Cemal ve Sarıyer’de oturan sanatçı Emel Sayın katılır. Hazirun “iyi bilirdik” diyerek şahadet eder.
 Yüce Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder