Robert D. Kaplan; ABD Eski Başkanı George W. Bush’un akıl hocası bir gazeteci… 51 defa Türkiye’ye geldi. Başbakanlarla, genelkurmay başkanlarıyla görüştü.
1.Kaplan’a göre gecekondu bir yeniden doğuş
Kaplan, büyükşehirlerimizi kuşatan gecekonduları araştırmış… Bizimkilerin çevre kirliliği olarak gördüğü gecekondunun ruhunu okumuş…
Kaplan’a göre, “Küresel uygarlık sadece Türkiye’nin varoşlarında sorgulanıyor.” Bu saptamayı dikkate almak zorundayız. Çünkü Kaplan’ın yorumları bununla bitmiyor: “Yıkılan imparatorluk (Osmanlı) kültürünün özü, bu varoşlarda gizlice yaşıyor.”
Kaplan bizim gecekonduları, diğer ülkelerin benzer alanlarıyla karşılaştırıyor ve şöyle diyor: “Türk varoşları, diğer ülkelerdekilerle karşılaştırılınca, yalnız Türkiye’de varoşların şehir merkezi kadar güvenli. Diğer ülkelerde varoşlara girmek mümkün değil. Türkiye’nin geleceği bu varoşlarda yatıyor.”
Gecekondu kadını gelecekten umutlu
Robert D. Kaplan’a göre Türk varoşlarının diğer bir özelliği de, varoş kadınının evin içinde kurduğu düzen ve temizlik… Kaplan’ın görüştüğü gecekondu kadınlarının hepsi, hayattaki tek amaçlarının çocuklarına iyi bir eğitim sağlamak ve ‘Kendi çektikleri sıkıntıyı çocukların çekmesini önlemek’ olduğunu söylüyor. Bu da diğer ülke varoşlarındaki koyu umutsuzluğun tam tersi bir durum.
Anahtar kelimelerimiz: gecekondu, işporta, dolmuş, arabesk ve argo…
Gecekondu
Köyden şehre göçen insanımız, kendisini bekleyen her hangi bir yerleşim merkezi ve konut modeli olmadığı için el yordamıyla yaptığı gecekondulara sığındı. Bu evler gece yapıldığı için ve şehre gece konulduğu için adına ‘gecekondu’ denildi…
İşporta
Başını sokacak bir dama yerleşen insanımızın işi de yoktu… Üçe alıp beşe satarak, yeni bir iş hayatına atıldı. Bir dükkanı yoktu, bu işi yaparken... Bu yeni iş biçimi işportacılık’tı…
Dolmuş
Kent göçmeninin yerleştiği şehre uzak bölgeden merkeze ulaşımını sağlayan toplu taşım araçları da yoktu… İçlerinden bazıları taksi ya da minibüsleri toplu taşım aracına dönüştürdü… Dolunca hareket eden bu ulaşım aracına ‘dolmuş’ denildi…
Arabesk
Yaşadığı hayat, ne kendisine önerilen Batılı bir yaşam biçimine ne de kopup geldiği köydeki hayata benziyordu. Hissettiği müzik, yaşadığı hayatın aynasıydı. Bu dönemde ortaya çıkan Orhan Baba’nın “Bir teselli ver” şarkısı yığınların ortak sesi oldu. Bu müziğe, ‘arabesk’ denildi. Arabesk artık sadece bir müzik türü değil, göçle kente gelen ve hayatı yeniden anlamlandırmak zorunda olan insanın anlayış biçimi oldu.
Argo
Aydınlarımızın bir kısmı, dilde eskiye dair ne varsa tasfiye etmeye koyuldu. Bir kısmı ise dildeki zorunlu değişime direnmeyi görev edindi. Oysa dilimiz ne köyümüzde konuştuğumuz ne de bize yazı diliyle aydınların önerdiği dil olarak kaldı. Dil değişimin sağlıklı yönlendirememesi alt-kültür ve meslek gruplarının dili kullanış biçimi olan argo, genel dilin sınırlarını zorlar hale geldi...
Kemal Karpat: “Biz köyden şehre göçle millet olduk.”
Tarih bize, göç yoluyla insan enerjisinin akarak yoğunlaştığı ülke ve toplumların geleceğinin, başka toplumlara göre daha ‘parlak’ olduğunu göstermiştir. Göç olgusu, kendisini yönlendiremeyen toplumların elinde patlar.
Şevket Süreyya Aydemir, onlarca yıl önce, ‘göçü nasıl yönlendireceğiz?’ diye düşünür. Ve Kemal Karpat, “Biz köyden şehre göçle millet olduk” der.
3.Oliver Roy: Bu kadar karmaşık bir toplumun bu kadar kusursuz işlemesi beni çok şaşırtıyor
Oliver Roy yazar, düşünür… Fransa Cumhurbaşkanı Eski Danışmanı. Bizi özellikle ilgilendiren tarafı ise ‘Siyasal İslam’ın İflası’ kitabının yazarı olması.
Şu sözler Roy’un: “Türk toplumu çok karmaşık bir toplum... İstanbul ve Anadolu ayrı dünyalar adeta. Ama aynı ülke, aynı ulus. Bu kadar karmaşık bir toplumun bu kadar kusursuz işlemesi beni çok şaşırtıyor. Mesela İstanbul’da yaşayan Müslüman bir aydını alın ve Anadolu’da bir köylüyü… İnandıkları İslam çok farklı olmakla birlikte her ikisi de Müslüman ve biri diğerinden daha iyi Müslüman değil. Türkiye’de çok çarpıcı olan inanç alanındaki bu çeşitlilik…”
4.Benim gecekondum ya da ‘Topal Köpeği Vurdular’
Benim genel sağdan ayrıldığım ana bir damardır gecekonduya bakış… Genel bakış, gecekonduyu dışlayan bir bakış açısıdır.
Çok şükür gecekondunun romanını içerden biri olarak yazanlardanım… Çünkü ben de bir gecekondu çocuğuyum… Ankara Öveçler’in gecekondu döneminde doğdum büyüdüm. Romanımın adı: ‘Topal Köpeği Vurdular’… Roman her halde önümüzdeki yıl yayına hazır olur. Ankara’nın ve gecekondunun romanı… Roman kahramanı Topal Köpek, gerçekten köyden şehre göçen bir çoban köpeği… Roman, Topal Köpek’in ve benim kedim Maviş’in ağzından 12 Mart 1971 dönemini anlatıyor…
5.Hatime: Gecekondu’nun hala sahibi yok
Gecekondu sessiz… Gecekondu’nun hala sahibi yok, dili yok. Orhan Gencebay’dan Ferdi Tayfur’a, Neşet Ertaş’a arabesk bilgeleri varoşlardan yetişen aydınlarla buluşamadı.
Yüzde 70’lik oy oranına rağmen sağ siyasetin ve entelektüellerin, bu toplumun hayatıyla alakası yok. Osmanlı bürokrasisinin reayaya vergi ve askerlik odaklı bakışıyla, sağın gecekonduya vergi ve oy deposu olarak bakışı arasında paralellik var.
Türkiye şimdi gecekonduyu yerle bir edecek olan Kentsel Dönüşüm’ü başlatıyor. Dikkat edelim, varoşların bizim olan hücrelerini, bu kadar karmaşık olmasına rağmen bu kadar kusursuz işlemesini, dayanışma ruhunu, dini çeşitlilik içindeki uyumu, göçle kazandığımız millet bilincini ve Robert Kaplan’ın işaret ettiği ‘Muhteşem Osmanlı’ hayallerini de yok etmeyelim.
Gecekonduya Oliver Roy kadar, Robert Kaplan kadar, Alvin Tofler kadar saygı duymak zorundayız…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder