Sıkça aynı konuyu yazıyorum. Osmanlı ve Cumhuriyet birbirinin zıddı, rakibi ve düşmanı değildir. Bu iki dönem; Türk Devlet Geleneği’nin devamıdır ve bir bütünlük arz eder.
Cumhuriyetçi ve Osmanlıcı tarih tezlerin aksine bu iki dönemin yöneticileri birbirinden farklı değildir. Abdülhamit Han dahil, Atatürk’e İnönü’ye kadar hep aynı kadrolar Türkiye’yi yönetmiştir. Bu o kadar öyledir ki, Abdülhamit’ten Menderes’e kadar bütün devlet başkanlarımızın sırdaş dişçisi bile Musevi kökenli aynı kişidir, onun adı da Sami Günzberg’dir. (Kitabevi Yayınları’ndan Sami Günzberg kitabına bakınız.)
Cumhuriyet seçkinciliğinin, ‘köhne Osmanlı’ telakkisi, sonraki yıllarda ‘her suçun temeli Tek Parti Dönemi’dir telakkisini doğurmuştur. Karikatürlerde koca göbekli-dört karılı-kazma dişli Müslüman tipi ve onun yönetim biçimi olarak nitelenen ‘Şeriat’ aslında bu karikatürü çizen Cumhuriyet bürokrasisinin kendi geçmişidir. Öyle ürkütücü bir İslam, bu coğrafyada hiçbir zaman yaşanmamıştır.
Bugün her suçun geçmişi olarak sunulan Tek Parti Dönemi de yakın plana girilince, Lozan’dan NATO konseptine kadar kuşatılmışlıklar içinde kendi olumsuzluklarını izaha çalışır.
Varsayalım Sultan Vahdettin Türkiye’yi terk etmeseydi, İstanbul ve Marmara Bölgesi’ni esas alan bir Osmanlı Devleti’yle iktidarda kalmaya devam etseydi. O günkü Anadolu Hükümeti’nin şartlarında bunu kimse önleyemezdi. İşte Vahdettin Han’ı büyük kılan böyle bir ikiliğe yol açmadan daha Lozan görüşmeleri sırasında Anadolu Heyeti ile İstanbul Heyeti’nin birlikte kararlar almasını sağlamış olmasıdır. O Türk Devlet Geleneği’nin idrakiyle devlette ikilik olmayacağının en çarpıcı örneğini vermiştir.
Sultan Vahdettin, Topkapı Sarayı başta olmak üzere devlete ait ne varsa hiçbir maddi kıymeti yanına almadan, tabutuna borç haczi koydurarak bu dünyadan ayrılmıştır. O Türk Milleti’nin ‘Şahbaba’sıdır. (Bu arada Murat Bardakçı’nın ‘Şahbaba’ kitabı, her kütüphanenin demirbaşlarından biri olmalı.)
2.‘‘Kahrol Mustafa Kemal Paşa’’
Vahdettin Han İtalya’nın San Remo şehrinde vefat etti. Orada yaşarken yanında çocukları ve torunları da vardı. Vahdettin Han evdedir. Bu sırada torunu Hümeyra Hanımsultan ile tek oğlu Şehzade Ertuğrul Efendi dışarıda oynamaktadır.
Ağzınızı böyle tutar, kulaklarınıza kadar ayırırım
Gerisini Hümeyra Hanımsultan’dan dinleyelim: Sultan Vahdettin’in tek oğlu Şehzade Ertuğrul Efendi ile oynarken ‘Yaşa Mustafa Kemal Paşa’ marşını söylüyorduk. Kalfalardan biri geldi, ‘‘A cicim, Şahbabanız’ı kızdırmak mı istiyorsunuz? Hiç ‘Yaşa Mustafa Kemal Paşa’ olur mu, ‘kahrolsun’ deyin’’ dedi. Çocukluk işte... İnandık, ‘‘Kahrol Mustafa Kemal Paşa’’ diye söylemeye başladık. Birden, Şahbabam’ın üst kattaki dairesinin penceresi açıldı. Dışarıya sarkarak, ‘‘Çabuk buraya gelin’’ diye bağırdı. Çok kızgındı. Onu, ilk defa böyle görüyordum. Dayımla beraber korka korka yukarı çıktık.
Odasına girdiğimizde rengi kıpkırmızıydı. Şahbabam’ı (Sultan Vahdettin’i) ilk defa böyle hiddetli görüyordum. O güne kadar hiç kimseye değil bağırdığını, yüksek sesle konuştuğunu bile işitmemiştim. İzmariti önündeki su dolu kaba attı. ‘‘Cızzz’’ diye çıkan sesi, aradan bu kadar sene geçiş olmasına rağmen, hala unutamam. Bize, ‘Bu marşın sözlerini kim değiştirdi?’ diye sordu. Dayımla titreye titreye olanları anlattık, kalfanın değiştirdiğini söyledik. ‘‘Cahil kalfa’’ diye bağırdı. Elleriyle kendi dudaklarının iki yanını tuttu, ‘‘Bana bakın!’’ dedi, ‘‘Bir daha böyle bir şey söylediğinizi duyarsam ağzınızı böyle tutar, kulaklarınıza kadar ayırırım. Mustafa Kemal bir Türk askeridir, Türk paşasıdır ve benim paşamdır. Hiçbir Türk askerine hakaret edilmesine izin vermem.’’
Deniz suyu içmek!
Son dönemde Osmanlı-Cumhuriyet tarih polemikleri aklı selimin dışına taşmış vaziyette. Bu aşırılıkların deniz suyu içmekten kaynaklanıyor. Deniz suyu içerek susuzluklarını giderenler, daha fazla deniz suyu içmek zorunda kalır.
Gelin soğukkanlı bir şekilde Vahdettin Han ve Atatürk ilişkilerine bir göz atalım…
3.Vahdettin ve Atatürk’ün birlikte çıktığı Almanya seyahati
Alman Kralı İkinci Wilhelm iki defa Türkiye’yi ziyaret eder. Bir iade-i ziyaret gerekli olmuştur. Sultan Reşad yaşlılığı sebebiyle bu iade-i ziyareti gerçekleştiremeyince, veliaht Vahdettin Efendi’nin gitmesine karar verilir.
Veliaht Vahdettin Efendi bu seyahate çıkarken kendisine refakat etmek üzere bir heyet teşkil edilir. Heyette Sultan Reşad’ın Başmabeyincisi Lütfi Simavi, kendi Başyaveri Albay Naci (Eldeniz), yakınlarından Refik, özel doktoru Reşad Bey ve Mustafa Kemal vardır. Heyet, askeri bir törenle uğurlanır. Mustafa Kemal askeri selamlaması sırasında Veliaht Vahdettin Efendi’nin arkasından yürümektedir.
Vahdettin Efendi, Mustafa Kemal’in bu seyahate gelmesi isteğini özellikle belirtmiştir. Vahdettin Efendi’nin damadı İsmail Hakkı Okday bu isteği şöyle anlatır: “... Benim kulaklarımla işittiğim gibi kendisinden ‘benim namağlup generalim’ diye bahsettiği Mustafa Kemal Paşa’yla birlikte görünmek hususunda ısrar etmiştir.”
Mustafa Kemal Paşa, yol boyunca Vahdettin Efendi’ye durmadan İstanbul’a döndükten sonra takip edeceği hareket tarzı hakkında telkinlerde bulunur. Atatürk bu görüşmelerin en önemlisini anılarında şöyle anlatır: “O gün yabancı gazetecilerle görüşmesinden memnun oldum. Gazeteciler çekildikten sonra salonda ikimiz kaldık. Bana sordu:
— Bundan sonra ne yapmalıyım? Şu halde cevap verdiğimi hatırlıyorum:
— Osmanlı tarihini biliriz. Bu tarihin bir takım safhaları vardır ki, sizi korku ve endişeye sevk ediyor, bunda haklısınız. Ben size bir şey söyleyeceğim ve o teşebbüste hayatımı sizinle birleştireceğim. Memnun olur musunuz?
— Söyleyiniz, dedi.
— Henüz padişah değilsiniz, fakat Almanya’da gördünüz ki, imparator, veliaht ve prensler hepsi bir iş üzerindedir. Neden siz bütün işlerden uzak kalasınız?
— Ne yapabilirim, diye sordu.
— İstanbul’a gider gitmez bir ordu komutanlığı isteyiniz, ben sizin kurmay başkanınız olurum.
— Hangi ordu komutanlığını?
— Beşinci Ordu Komutanlığı’nı...
Bu ordu, Liman Von Sanders’in emrinde bulunan veya bulunması lazım gelen ve Boğaz’ı müdafaa edecek orduydu. Vahdettin:
— Bana bu komutanlığı vermezler, dedi.
— Siz isteyiniz, dedim.
— İstanbul’a gittiğim zaman düşünürüz, cevabını verdi.
Bu beni ümitsizliğe düşürücü bir cevaptı.”
4.Atatürk, Sultan Vahdettin’in kızı ile evlenmek ister
Atatürk, Sultan Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’la evlenmek ister. Vahdettin Han bu evliliğe izin vermez. Atatürk, bir kaç defa evlenme isteğini bildirmiştir. Vahdettin Han, “İkinci bir Enver Paşa’ya bu milletin tahammülü yoktur” demiştir. Atatürk’ün buna canı sıkılmıştır.
5.Sultan Vahdettin’in Anadolu Hareketi’ne bakışı
Atatürk’le Vahdettin’in ilişkileri, Vahdettin Han padişah olduktan sonra da sürmüştür. Atatürk, Anadolu hareketini başlatmak üzere Anadolu’ya çıkmadan önce 6 defa Sultan Vahdettin’le konuşmuştur. Bu görüşmelerden bir kaçına sadrazam Ali Rıza Paşa da katılmıştır.
Elhamdülillah, ordularımız, İslam orduları muzafferdir!
Milli Mücadele başladıktan sonra Atatürk’le Sultan Vahdettin’in irtibatı devam etmiştir. Bu irtibatı bilahare general olan Neşet Bey sağlamıştır.
Vahdettin Han’ın kızı Prenses Ulviye Hanım, İsmail Hakkı Okday ile evlidir. İsmail Hakkı Okday anlatıyor: “1920–1921. Anadolu’da Kuvayı Milliye teşkil edilmiş, Yunanlılarla harp ediyordu. O esnada padişah, her Cuma namazından sonra, selamlık namazından sonra, odama gelirdi. Askeri durum hakkında malumat alırdı ve ne vakit milli ordumuz bir zafer kazansa “Elhamdülillah, ordularımız, İslam orduları muzafferdir” diye seviniyordu. Mustafa Kemal Paşa’yı takdir ediyordu.”
6.Sultan Vahdettin: Belinde taşıdığı kılıncın şerefine layık bir evlatmış
Sultan Vahdettin’in kızı Prenses Ulviye ile evlenen damadı İsmail Hakkı Okday gizlice Anadolu hareketine katılır. İsmail Hakkı Okday ortalarda görünmeyince Sultan Vahdettin, damadının babası Sadrazam Tevfik Paşa’yı huzuruna çağırır. Sultan Vahdettin ile Tevfik Paşa arasında şu konuşma geçer:
Sultan Vahdettin- Paşa oğlun nerede?
Sadrazam Tevfik Paşa- Hangi oğlum?
Sultan Vahdettin- İsmail Hakkı! Nerede benim oğlum?
Sadrazam Tevfik Paşa- Oğlun yok. Eh! O halde oğlumu benim sizden sormam icab eder. Hem damadınız, hem Saray Erkan-ı Harbidir... Oğlun Anadolu’ya iltihak etti.
Sultan Vahdettin- Çok memnun oldum. Belinde taşıdığı kılıncın şerefine layık bir evlatmış.
Sonrasında Vahdettin’in ailesiyle birlikte yurtdışına gitmesiyle de İsmail Hakkı Bey, ikinci evliliğini Bülent Ecevit’in annesinin teyzesi Ferhunde Hanım’la yapacaktır. Benim ‘Teyze ile Prenses’ kitabım bunların hikayesini anlatır.
7.Hatime: “her şey bizden bir yeni terkip bekliyor”
Geleceğin inşası zıtların bileşimiyle mümkündür. Övdüğümüz tarih de, sövdüğümüz tarih de bizim tarihimiz. Çatışma atmosferi bizim olguları anlamamızı engelliyor. Tarihin dönüşüm safhalarından yeni bir dönemdeyiz. Bugün Tanpınar’ın “her şey bizden bir yeni terkip bekliyor” buyurduğu zamanlardayız. Terkibi biz kurmalıyız. Lozan ve NATO konseptlerinin miadı doldu. “Türkiye Türkler’e bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir” diyen Amerikalı stratejist Robert Kaplan’ın sözleri vecize olsun diye söylenmiş sözler değil. Eğer biz kuramazsak yeni terkibi, Amerikalı ve Yahudi düşünce kuruluşları bizim adımıza ve içinde biz olmadan oluşturacak.
Kendi kalesine gol atarak haz alma hali, kendimizi inkara doğru gidiyor. Bu ruh hali, Hürriyet ve İtilafçılar’ın ruh halidir. Onlar, İttihatçı düşmanlığıyla yaklaştıkları Ermeni Meselesi’nde, Boğazlıyan Kaymakamı Kemalettin Bey ile Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey dahil, 70 küsur kişiyi idam etmişti.
Tarihle savaşmayı bırakıp, yeni tarihi inşa ile uğraşsak daha iyi olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder