Türkiye’de beylik inanışlar vardır… Bu inanışları yerinden kıpırdatmak, o kadar kolay değildir. Bunlardan biri de, ‘İttihat ve Terakki’nin 600 yıllık imparatorluğu 10 senede yıktığı’ iddiasıdır. Bu iddianın soldaki en müşahhas seslendireni, Kemal Tahir’dir.
Sağda ise bu çok yaygın bir kanaattir. Hatta inanç düzeyinde bir
algılamadır. Ne yazık ki, yakın dönemde kaybettiğimiz tarihçi Yılmaz Öztuna da bu kanaate idi.
Bazen
düşünüyorum ve “keşke benim de böyle kolayca inanabileceğim bir fikri
sabitim olsaydı” diyorum. İttihat ve Terakki, 600 yıllık imparatorluğu
10 senede yıktı tezi, bizim olguları olduğu gibi görmemizi engelliyor.
Belki Devlet Arşivleri açılmadan önce, böyle hipotezleri savunmak
kolaydı. Şimdi her hangi bir konuda biraz salladığınız zaman, bomba
elinizde patlayabiliyor.
Hem öyle İttihat ve Terakki ve Talat Paşa deyince hemen höykürmemeliyiz! Mehmet Akif’ten Said Nursi’ye teşkilatla ilgisi olmayan İslamcı yok gibidir. Abdülhakim Arvasi’ye verilen Ermeni etnikçilerine karşı halkı uyandırma ödülünün altında da Talat Paşa’nın imzası vardır.
Peki ben ne diyorum? Mason ve Bektaşi olduğu açık olan Talat Paşa’yı, sırf Ermeni teröristler öldürdü diye aziz mi ilan edelim? Talat Paşa ve arkadaşları bizim gül gibi imparatorluğumuzu yıkmadılar mı?
Aslında benim söylemek istediğim Talat Paşa’nın imparatorluğu yıkıp yıkmadığı ve kimler tarafından öldürüldüğü polemiklerine girmek değil. Onun Türkiye’yi terk ederken Kara Kemal Bey’e söyledikleri, bugün içinde debelendiğimiz ketenpere tasarımın çözümünü taşıyor. Onu anlamak ve anlatmak istiyorum.
Talat Paşa, ne demişti Kara Kemal Bey’e?
Önce Kara Kemal Bey’i biliyor muyuz? Kara Kemal,
İttihat ve Terakki sonrası kurulan Karakol Cemiyeti’nin başkanı.
Karakol Cemiyeti nedir? Milli Mücadele’ye ve hususen Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti’ne öncülük eden direniş örgütü. Kara Kemal Bey de piri Talat Paşa gibi bir örgüt dehası. Şimdi TRT’de yayınlanan Kurt Kanunu’nda Kara Kemal’i başrollerde seyredeceğiz.
Gelelim günümüze
Talat Paşa’nın Kara Kemal Bey’e
ne dediğini sona bırakarak, gelelim günümüze. Bizim siyasetimizin dört
eğilim üstüne oturduğu hep söylenmiştir. Buna göre merkez solu CHP,
merkez sağı DP-AP-ANAP çizgisi, İslamcılığı Refah-Fazilet-Saadet
çizgisi, milliyetçiliği de MHP temsil ediyor.
Siz hiç batıda böyle ayrımlar duydunuz mu? Türkiye’deki bu ayrım dört eğilimi değil, insanın dört yönünü ortaya koyuyor: çağdaşlık, kalkınmacılık, din ve millet olgusu.
Yani ortada eğilim yok, vasıf var, hayat alanları var, beşeri
motivasyonlar var. Bu kavramlar, tabiyatları gereği ‘yönetim biçimi’
vazetmezler, çünkü edemezler.
Muhafazakarlık, liberalizm, sosyal demokrasi ve sosyalizm
Öyleyse siyasette eğilim nedir ve nasıl olmadır? Efendim bunun cevabını işte Talat Paşa’dan öğreniyoruz.
Talat Paşa yurt dışına çıkarken, Kara Kemal Bey’e
diyor ki, “Biz içinde bulunduğumuz şartlar sebebiyle siyasetimizi dört
ayak üzerine oturtamadık. Siz bundan sonra buna dikkat edin. Siyaset muhafazakarlık, liberalizm, sosyal demokrasi ve sosyalizm üzerinde yürür. Bunlar birbirini dengeler ve çözümler üretir.”
Şimdi
gelelim partilerimize… CHP’nin sosyal demokrat bir parti olmadığını
hepimiz biliyoruz. Bu tamam. Peki muhafazakar parti kim? Ak Parti mi?
Saadet Partisi mi? Liberal partimiz var mı? Sosyalist ya da onun
dönüşmüş evresi Yeşil Partimiz var mı? Bu sorular cevapsız kaldığına
göre hala sorun çözme araçlarına sahip değiliz demektir.
Muhafazakar Demokrasi ne iş?
Efendim
tarihin hiçbir evresinde teori, sırf teori olsun diye ortaya atılmaz.
Atılsa da zaten tutmaz. Olay şudur. 1980’lerin İslamcı geleneği ve onun
siyasal partisi Refah Partisi siyasal olarak, sağda olmakla birlikte
toplumsal zemin olarak sosyalist partilerin oturduğu zeminde siyaset
yapmıştır. (İdris Küçükömer’in
‘Düzenin Yabancılaşması’ndaki çizelgesini hatırlayalım.) Bu yüzden
radikal Refah Partisi’nin sağcı Fazilet Partisi’ne dönüşmesiyle merkeze
yürüyen İslamcılık, kendini ifadede, Ak Parti sürecine rağmen
zorlanmaktadır! İslamcı gelenek, kendine her şey diyebiliyor, ama
‘muhafazakar’ diyemiyor. Yalçın Akdoğan da bu arkadaşları rehabilite etmek için olsa gerek,
‘Muhafazakar Demokrasi’ diye bir ‘ara felsefe’ kurmaya çalışıyor.
Hali kurtarmak için teori üretemeyiz! Bütün bunlar boş işler. Siz en iyisi Talat Paşa’yı
dinleyin. Kendinize muhafazakarlık, liberalizm, sosyal demokrasi ve
sosyalizmden birini dünya görüşü olarak seçin ve batının birikimiyle
insanımıza hizmet edin. Eğer muhafazakar dünya görüşüne mensupsanız bunu
deklare edin. Ak Parti kurmayları bunu yapamadığı gibi, 10 yıl önce
‘Muhafazakar Demokrasi Sempozyumu’nda Mehmet Altan ve avanesine muhafazakarlığı dövdürttü.
Hem muhafazakarlığın dindarlıkla da doğrudan alakası yoktur. Türkiye’nin en baba iki muhafazakarı Yahya Kemal ve Tanpınar dindar değildir mesela. (Ayrıca ikisi de CHP’den milletvekili seçilmiştir.)
Eğer muhafazakar düşünce ekseninden hareket edilseydi, tedrici, tekamülcü, inşacı, terkipçi, adına ne dersek diyelim bileşimci bir gelişme stratejisine sahip olunurdu. İktidarı ve müttefiklerini yoran asıl şey, bir ‘yönetim biçimi’ anlayışına sahip olmaması.
Düşünelim Ak Parti ekonomide genel olarak Reagancı-Özalcı ama sıkışınca İthal İkameci yani Demirelci, Yahudi Meselesi’nde Erbakancı,
ANAP’ın hususen Mesut Yılmaz’ın Yerinden Yönetim cinayetini kabul
edecek kadar ademi merkeziyetçi ama BDP’nin Demokratik Özerklik’ini
görünce II.Mahmut merkeziyetçisi, sağlık sisteminde sosyal demokrat,
Ermeni Meselesi’nde Talat Paşacı, bazen de Türkeş’in oğlunu milletvekili yapacak kadar Türkeşçi!
Karar vermek zorundayız. Muhafazakar mıyız? Liberal miyiz? Radikal miyiz? Türkiye yol ayrımına geliyor artık.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığına çıkarken siyasi varisini yanına çağırıp, Talat Paşa’nın Kara Kemal Bey’e söylediklerini söylemeli. Hiç olmazsa bundan sonraki dönemi ‘yönetim biçimi’ni belirlemiş olarak yolumuza devam edelim.
biyografi.net@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder